33. Bölüm

368 65 50
                                    

Eve dönüş yolunda Jeongguk çalınabilecek tüm şarkıları çalmıştı. Önce Sister Sledge ile başlamış ve yavaş yavaş yolunu Brothers Johnson'a yapmış, ardından Kim Nam Mi'ye geçmiş ve nihayetinde David Bowie'ye geçmişti ki bu Seokjin'in hemen dikkatini çekti.

"David Bowie sevdiğini bilmiyordum," dedi Seokjin, rotalarındaki köşelerden birini dönerken yüzünde hafif bir gülümseme vardı. "Yani… Onun kim olduğunu bildiğini bilmiyordum."

"Tabii ki kim olduğunu biliyorum."

"Mm-hmm, hep biliyor muydun?"

"...Hayır."

"Peki."

"Değiştirmemi ister misin? Başka bir şey de çalabilirim."

“Hoşuma gitti,” dedi Seokjin, Jeongguk’un dizinin üzerinde yerini alan arsız bir elle susturdu onu hemen. Zararsızdı aslında, gerçekten. Seokjin yalnızca bir eli direksiyonda, diğer eli ise Jeongguk’un kalp atışlarını sağlıklı sayılacak nabız değerlerinin üzerine çıkarırken hiçbir şeyin farkında bile değil gibiydi. “Hep benim şarkılarımı çalmak zorunda değiliz, biliyorsun.”

Jeongguk sesini kısa bir süre sonra bulduktan sonra “Peki,” dedi.

Nihayetinde, The Damned ve Tv on the Radio ve ilgisini çeken diğer tüm grupları çalmıştı. İş yerinde zaman zaman hoparlörden çalan şarkı ilgisini çekiyordu ve bu yaşandığında, bu onu derin bir araştırma yoluna sokuyordu. Şarkıyı ve sanatçıyı buluyor, bu şarkının içinde bulunduğu albümü not alıp daha sonra dinliyordu. En sonunda, Seokjin’e favori endüstriyel parçalarını ve asit jazz sanatçılarını ve barok pop alümlerini ve beğendiğine karar verdiği her şeyi çalmıştı (ve ortaya her şeyden biraz şeklinde bir karışım çıkmıştı çünkü, çok uzun zaman boyunca, bir şeyi beğenme lüksüne sahip olamamıştı). Her yeni bir şarkı tanıttığında Seokjin onu dikkatle dinliyor ve hep içinde hoşlanacağı bir şey buluyordu. Ama şimdilik, yalnızca “Queen Bitch” dinliyorlar ve içi çok fazla sevgiyle dolu gülümsemeler paylaşıyorlardı birbirleriyle ara ara.

Casi Cielo’ya birkaç dakika kaldığında Seokjin arabayı yolun kenarına çekerek şaşırttı onu. Jeongguk’un ilk içgüdüsü camdan dışarı, caddeye, arabanın kaputuna doğru baktı. Belki bunca yıldan sonra motor çalışmayı bırakmaya karar vermişti. Bir kez daha, bu arabanın ikisinden de yaşlı olduğunu hatırladı. Ama görünürde bir problem yoktu. Arabadan hızla kaçan bir hayvan, bozuk bir asfalt ya da kırık bir cam, patlak bir lastik ya da kaputtan yükselen dumanlar.

Başını koltuğa yaslayan Seokjin’e çevirdi sorgulayan bakışlarını. “Sürmek ister misin?”

Jeongguk’un bakışları Seokjin’den direksiyona kaydı. “...Hayır. Nasıl süreceğimi bilmiyorum.”

“Ah, benden beklentin bu mu? Seni burada kendi başına bırakıp çözmeni beklemeyeceğim ya. Denemek istemez misin?”

“Yani,” Jeongguk durdu ve dudaklarını yaladı. “Tabi, ama… Bozmak istemiyorum.”

Seokjin güldü. “Yarım yamalak çalışıyor zaten,” kemerini çözüp arabadan çıkmadan önce son kez kısaca Jeongguk’a baktı. “Hadi,” diye seslendi omzunun üzerinden.

Çok da hevesli olmayan bir şekilde Jeongguk kemerini çözüp yolcu koltuğundan ayrıldı. Arabanın önünden dolanıp birbirlerinin yerini alırken Seokjin kısaca omzunu sıktı. Sürücü koltuğuna oturup, kemerini bağlayıp, kapının kapalı olduğundan emin olduğunda Jeongguk yarı yarıya dehşet ve heyecan hissediyordu. Ayaklarına baktı. Nereye koyacağından emin değildi.

Seokjin yolcu koltuğuna oturup kapıyı kapattı ve kemerini taktı. Aralarında duran konsolun üzerinden uzanıp Jeongguk’un ayaklarına baktı. “Bir ayağını seç ve ona sadık kal.”

Cherub Vice | JINKOOK (Çeviri)Where stories live. Discover now