38. Bölüm

445 68 37
                                    

#yetişkin içerik#

Karanlık, savunmasızlık ve hayal gücü, birden fazla anlamda, aslında aynı kapıya çıkıyordu. Birinin bulunduğu yerde genelde diğeri de oluyordu. Belki üçü aynı anda değil ama en azından ikisi. Eğer birisi hayal gücünde kendini kaybettiyse, gerçekliğin karanlığa karıştığı söylenirdi. Ya da, şu an olduğu gibi, eğer birisi karanlıktaysa, önünde duran şeyin üstü gizemle örtülü olurdu, o kişinin hayal gücü çılgına dönerdi ve kendini savunmasız hissederdi.

İşten dönüp kapıyı açtığında Jeongguk Seokjin'i onu beklerken buldu. Seokjin onu elinden tutup gözlerini kapatan ve ona gösterecek bir şeyi olduğunu söylemeden önce bir dakika boyunca kapıda kaldı.

Jeongguk'un hayal gücü rayından çıkmıştı.

Seokjin'in sesini duymak, tatlı sesinin yarattığı titreşimleri ensesinde hissetmek bir rahatlıktı. "Tamam, şimdi alabilirsin."

Jeongguk açtı.

Gözlerini açtığında banyonun eşiğindeydi ve kendini başka bir dünyaya adım atmış gibi hissediyordu. Yumuşak mor ışıklar odayı bambaşka bir yere dönüştürmüştü. Kapının üzerinde asılı ışıkların dışında iki de mum yanıyordu, biri lavabonun üzerinde, diğeri köpük ve diğer her şeyle dolu olan küvetin yanındaydı. Bariz olan şeyin dışında -ortamın çok tatlı olması- Jeongguk ne düşünmesi gerektiğinden emin değildi.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Seokjin, kollarını arkadan Jeongguk'a sarıp çenesini omzuna yaslamıştı.

Jeongguk tek tarafıyla omuz silkti çünkü içinde bulunduğu pozisyon yüzünden Seokjin'i rahatsız etmek istemiyordu.

"Evet," diye mırıldandı Seokjin. "Sevindim… Sana bir şey soracağım. Söz ver gülmeyeceğine."

"...Söz."

Seokjin yüz yüze gelene kadar Jeongguk'u çevirdi. Kolları Jeongguk'un omzundan sarkarken bir ileri bir geri sallandı onunla birlikte. "Benimle banyo yapar mısın?"

Jeongguk'un beyninden önce bedeni tepki verdi. Midesi kıpır kıpır olmuştu sanki heyecan yüzünden omurgası boyunca bir ürperti onu esir alır gibi. Teni aynı anda buz gibi olmuş ve yanıyordu, kollarındaki tüyler diken diken olmuştu. Boğazı kurudu.

"Ah," bir sızlanma gibi çıktı ağzından. Mantığı yavaştan tekrar devreye girmeye başlamıştı. "Imm…"

"Yapmak zorunda değiliz."

"Evet," Jeongguk hevesli bir şekilde başını salladı. Fazla hevesli. "Evet, ben- evet."

Seokjin güldü, bir eliyle Jeongguk'un yüzünü kavradı. "Emin misin?"

Jeongguk tekrar başını salladı, heyecanlı bir gülümseme yüzündeki ifadenin çok fazla ışıldamasına yol açıyordu. Seokjin'in dudaklarına tatlı bir öpücük kondurup tutuşunu sıkılaştırdı.

Seokjin'in ona ilk dokunuşu üzerinden birkaç gün geçmişti, aynı zamanda Seokjin ve Jimin'in birbirlerini sıkça ziyaret etmesine yetecek kadar yakın olmasının üzerinden. Jeongguk bu ikisinin birbiriyle pek alakası olduğunu sanmıyordu. Bu çok saçma olurdu. Yine de, kim bilir?

Seokjin ve Jeongguk başka bir adım atmamıştı. Öpüşmeye ve Heeyeon'un deyimiyle "iğrenç" olmaya devam ediyorlardı. Ama o Seokjin'in belinden aşağısında kalan hiçbir yere dokunmamıştı henüz. İşleri ileri götürmek için Jeongguk da acele etmiyordu. Seokjin'den habersiz olarak, ileriye gidecekleri bir sonraki sefer için hazırlanmaya çalışma konusunda çok fazla zaman harcıyordu. Seksle ilgili kitaplardan paragraflar okuyordu, bir zamanlar yokmuş gibi davrandığı paragrafları. İki gün içerisinde kendisi de çeyrek bir kitap yazacak gibi hissediyordu.

Seokjin onu bir kez daha sıktığında 'muhtemelen o an geldi' diye düşündü. Ve bir an için, sürekli hazırlık içinde olduğu 'Bir Sonraki Sefer' aklından silindi ve farkına vardığında beyni kısa devre yaptı-

"Seni çıplak göreceğim," diye mırıldandı Seokjin'in ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu düşünürken. Jeongguk elini neredeyse ağzına vurur gibi ağzını kapattı, yüzü kızarmıştı. "Pardon," dedi sessizce, avucunun içine.

"Özür dileme," dedi Seokjin onu banyoya çekerken. "Bence çok tatlı. Bence sen de tatlısın. Ve bana artık inanman lazım çünkü söylemekten sıkılmaya başlıyorum."

"Öyle mi?"

Seokjin burnunu kırıştırdı. "Hayır."

Jeongguk, sanki ilişkilerinde mümkün olabilecek en yanlış yoldan başladıklarını hissetmekten kendini alıkoyamadı. Alakasız, karmaşıktı, mükemmellikten uzaktı. Tamamen iki yabancıyken aynı evde yaşamaya başlamış, sonra öpüşmüş ve ancak ondan sonra oturup hisleriyle ilgili konuşmuşlardı.  Şimdi de birbirlerini çıplak göreceklerdi ve bu an tam anlamıyla cinsel değildi ve arkasından seks gelip gelmeyeceğinin bir garantisi yoktu. İlişkileri turarsızlıkların bir birleşimiydi ve bu durumun Jeongguk'u rahatsız etmesi gerekirdi ama etmiyordu. Sonuçta, Seokjin'ke birlikte her şey mükemmel hissettiyordu.

"Şunu da söylemeden geçemeyeceğim," Seokjin birden iç geçirip pantolonunun beline doğru uzandı. "Kendimden oldukça etkilendim. Sana ne kadar uzakta olduğunu bile sormadım ama su hala sıcakta. Mükemmel miyim neyim?"

"Ya da ben sadece öngörülebilir biriyim."

Seokjin dudağını büküp pantolonunu indirmeye başladı ama Jeongguk, düşünmeden, ona durmasını söyledi. Kelimeler dudaklarını terk eder etmez ve Seokjin dona kalır kalmaz Jeongguk kendini tekmeledi. Neden işleri sürekli batırıp duruyordu? Seokjin ona sorgulayan gözlerle baktığında Jeongguk sözleri bir araya zar zor getiriyordu. Başta söylediği şeyin içinde bulundukları durumun askıya alınmasına yol açan şey olduğunu bile algılayamamıştı.

"Seni…" Jeongguk 'çıplak' diyemezdi çünkü bu sözcüğün kendisi bile strese yol açıyordu. İyi anlamda ama yine de stres stresti. "kıyafetsiz görmem sorun değil, değil mi?"

"Değil."

Seokjin çok kolay söylemişti. Bir kez daha, Jeongguk bu adımların aslında Seokjin için ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu merak etmeye başladı. Öpüştükleri zaman muhtemelen onun için dünyanın sonu bile gelmiyordu.

"Ya sen?" diye sordu Seokjin yumuşak bir şekilde.

Jeongguk bunu düşündü. Sorun değildi onun için. En azından fikir olarak. Aklının gerisinde en kötü senaryonun ne olabileceğini düşündü. Seokjin onu görüp bedeninin itici olduğunu düşünebilir, tek kelime etmeden banyoyu terk edebilirdi. Bu senaryo bile sorun olmazdı çünkü Jeongguk muhtemelen hem utanç hem de kalp kırıklığı nedeniyle ölürdü çok fazla bir şey hissedemeden.

Başıyla onayladı.

"Sorun değil," bunu en az Seokjin kadar sıradan bir şekilde söylemek için elinden gelenin en iyisini yaptı ancak yine de daha zayıf olmuştu.

Seokjin tekrar kıyafetlerine yöneldiğinde bu defa ilk önce üstüyle başladı. Bir diğer ev yapımı ve karman çorman dikişleri olan kazağını çekip çıkardı. Jeongguk gözünün gördüğü ten git gide büyürken sessizce izledi kazak yerde küçük bir yığın halini alana ve Seokjin'in gövdesi onu karşılayana, göbeğindeki piercing mor ışığın altında parlayana dek.

Jeongguk dudağını o kadar sert ısırıyordu ki acıyordu. Kendi üstüne yöneldi, hareketleri yavaştı ama Seokjin'i sabırsızlandırmak için değil. Sebebi, Seokjin'in kıyafetlerinin ortadan kaybolmasını izlemenin çok dikkat dağıtıcı olmasıydı. Üzerindeki uzun kollu tişörtün kollarını çıkardı ancak başının üzerinden geçirmedi bir şeyi kaçırma korkusuyla.

Bunu fark eden Seokjin ona sırıttı ama durmadı. Gözlerini Jeongguk'un, yutkunduğunda hareket eden boynunun ve genişleyen gözlerinin üzerinde tuttu pantolonunun ilk düğmesini açarken. Neredeyse bilinçsizce, Jeongguk da kendi pantolonuna uzanıp aynısını yaptı. Aynı anda pantolonlarını bileklerine kadar indirdiler. Seokjin içinden çekip kenara doğru iteledi. Jeongguk da bunu yaptı ancak çıkarken tökezlemişti ve neredeyse seramik zemine düşecekti.

Dengesini tam Seokjin iç çamaşırını çıkarırken kazanmıştı ve-

"Tanrım," Jeongguk iç geçirdi Seokjin'e baştan aşağı bakıyor ve ciğerlerini terk eden nefesi geri kazanmaya çalışıyordu. Seokjin'in bedenindeki her bir parça çok güzeldi, güzel olmaması gerekenler bile. Dizleri gibi, köprücük kemikleri gibi, Jeongguk'un gözlerini ayırmakta ciddi anlamda zorluk çektiği penisi gibi. "Sen muhteşemsin."

"Hayır değilim," diye cevap verdi Seokjin. "Ama sen böyle düşündüğün için çok tatlısın."

Seokjin küvete girmeden önce Jeongguk'un soyunmasını beklemedi. Tamamen sıcak suyun ve köpüklerin altına girdiğinde Jeongguk muhtemelen küvete ikisinin aynı anda sığamayacağını düşünmüştü.

"Geliyor musun?"

Bu sihirli tek kelime Jeongguk'un harekete geçmesine yetmişti. Üzerini çıkardı ve pantolonunu o kadar hızlı aşağı indirdi ki tırnaklarıyla üst bacağını çizdi. Bunlar olurken Seokjin gülüşünü elinin arkasına saklamıştı ve Jeongguk'un aklı Seokjin'in onun bedenine değil yalnızca ne kadar hızlı hareket ettiğine güldüğünü anlayacak kadar yerindeydi. Seokjin tam anlamıyla bakamadan Jeongguk küvete girdi. Kendisinin nasıl dolu dolu Seokjin'e baktığını düşünecek olursak bu biraz haksızlıktı.

Küvetin içine girip dizlerini göğsüne çekti. Su canını yakmaya yetecek kadar sıcaktı ancak bir derece bile soğuk olsa banyo banyo olmaktan çıkardı. Kiraz çiçeğinin kokusu havaya öyle hükmetmişti ki Jeongguk kokunun tenine işleyeceğini ve sonsuza kadar da kalacağını düşündü. Seokjin'e baktığında onun da aynı şekilde oturduğunu ve çenesini dizlerinin üzerine koyup gülümsediğini gördü.

"Tuhaf mı?" diye sordu Seokjin. "Eğer tuhafsa bana söyleyebilirsin."

"Tuhaf değil," diye mırıldandı Jeongguk. "Sadece… beklenmedik."

"Birden üzerine atmak istemedim," dedi Seokjin hafifçe gülerek ve sonra omuz silkip ellerini suyun içine soktu ve hafifçe dalgalandırdı. "Bu yapmaktan hoşlandığım bir şey ama birlikte yapacak çok fazla insan olmadı şimdiye kadar hayatımda."

Jeongguk ne tür bir insanın Seokjin'in istediği herhangi bir şeyi reddedebileceğini aklında canlandırmaya çalıştı. Böyle bir insanın varolmadığını düşünüyordu. "Neden?"

"Özel bir sebebi yok, sanırım. Sadece, birçok insan bunun cinsel olduğunu düşünüyor aslında öyle değilken. Demek istediğim, olabilir de. Bunun farkındayım. Ama seksten daha güzel."

"Öyle mi?"

"Mm. Mahrem bir şey. Herkes seks yapabilir ama herkes samimi olamaz. Bak, ben seninle böyle bir şey yapabilirim çünkü seks senin benden tek istediğin şey değil."

Gerçekten değildi. Yine de, Jeongguk Seokjin'in bunu nereden bildiğini sordu.

Seokjin dilini şaklattı. "Bir süredir benimle aynı yatakta uyuyorsun ama hiçbir şey denemedin. Ayrıca, sadece seks yapmak isteyen insanlar vaktini ayırıp kahvemi tam olarak nasıl sevdiğimi öğrenmiyor."

"Sen söyledin," dedi Jeongguk sanki Seokjin'in ona söylemediği detayları hatırlayan o değilmiş gibi. Favori kupası, sütlü ve şekerli, sadece şekerli ya da sadece sütlü içme alışkanlığı. Seokjin ona bakıp sanki 'Ah, hadi ama." der gibi başını eğdiğinde Jeongguk gülümseyip kızardı.

"Yani, herkes söylediklerimi dinlemiyor. O yüzden, düşündüm ki… Bunu seninle denemeliyim çünkü sen sonrasında bunu üzerime saldırmak için kullanmayacaksın."

Bir kez daha, Seokjin haklıydı. Bir kez daha, Jeongguk nereden bildiğini sordu.

Seokjin'in kaşları çatıldı ve yüzündeki gülümseme anlayışlı, sevgi doluydu. "Çok tatlısın."

Böyle küçük bir alanda, mümkün olduğunca rahat bir hal aldılar ve orada oturmaya devam ettikçe Jeongguk'un nefes alması da daha kolay bir hal almıştı. Buna alışmıştı her ne kadar ikisinin de çıplak olduğu gerçeğine rağmen alışmasını sağlayan şeyin onları gizleyen köpük olduğunun farkında olsa da. Köpüklere minnettardı.

"Yine de düşünüyorum," dedi Jeongguk bir süre sonra. "Seks hakkında."

"Tabii ki düşüneceksin. Herkes seks hakkında düşünür. Seksten hoşlanmayan insanlar bile bunun hakkında düşünür, sadece farklı bir açıdan- bacaklarımı uzatabilir miyim?"

Jeongguk başını salladı, hazırlıksız yakalanmıştı.

Seokjin sırtını geriye doğru yasladı ve bacaklarını uzattı ayaklarını Jeongguk'un omzundan küvetin kenarına yerleştirene dek. Jeongguk Seokjin'in bacaklarına baktı. Pürüzsüz, üzerinde köpük ve gül suyu ile parlıyordu, tüysüzdü. Daha kendini durduramadan bir parmağını Seokjin'in kaval kemiğinde aşağı yukarı doğru hareket ettirdi. Seokjin de ona izin verdi.

"Ne diyordun?"

"Hiç," dedi Jeongguk şimdi Seokjin'in bacağına doğru, gözünü oradan ayıramamıştı. "Sadece… Sadece bazen düşünüyorum."

"Doğru. Ben de. Ama seni gördüğümde tek düşündüğüm şey bu değil."

"Başka ne düşünüyorsun?"

"Birçok şey. Bunu, mesela… Seninle uyumak hoşuma gidiyor. Seninle akşam yemeği yemek hoşuma gidiyor. Seni götürmek istediğim yerler var."

"Nasıl yerler?"

Jeongguk diğer elini de Seokjin'in bacağına yerleştirdi, parmakları Seokjin'in baldırının iki yanında düzensiz bir şekilde hareket ediyordu.

"Bilmem. Bir planetaryum böylece dünyanın nasıl ortaya çıktığını izleyebiliriz ve sonra… nasıl sona ereceğini görmek için birlikte bir doğa belgeseli izleyebiliriz."

Jeongguk yalnızca bir saniye için Seokjin'e baktı, kapanan gözlerine ve hafifçe aralanan dudaklarına. Çok rahatlamış, çok sakin görünüyordu ve Jeongguk'a tam olarak bu kadar güveniyor olduğu gerçeği Jeongguk'un kalbinin kocaman olmasına neden olmuştu. Bu aşk olabilir, diye düşündü bir kez daha.

"... Acıtıyor mu?"

Jeongguk risk alıp Seokjin'e bir kez daha baktı ve gözlerinin hala kapalı olduğunu gördü. "Ne acıtıyor mu balım?"
“…seks.”

Seokjin'in bakışları onu bulduğunda Jeongguk bunu hissetmişti. Seokjin'in ayak bileğini ele alıp oraya masaj yaparak kendini meşgul tuttu.

"Acıtması gerekmiyor," dedi Seokjin bir süre sonra. "Ama bazen acıtabilir. Nasıl yaptığına ve kiminle yaptığına bağlı. Bazı insanlar diğerlerinden daha düşüncelidir."

"Cevap vermek zorunda değilsin ama… sen ilk kez yaptığında canın yandı mı?"

Seokjin omuz silkti. Elini kaldırıp parmaklarını gerdi ve tırnaklarına baktı. Soruya cevap vermemişti, tam anlamıyla değil. Sadece başını biraz eğdi ve mırıldandı. "Bittiğinde mutluydum."

Neredeyse endişe dolu bir özür dileme arzusu Jeongguk'u etkisi altına aldı ve özrü tam dilinin ucuna geldiğinde Seokjin boğazını temizleyip ona gergin olup olmadığını sordu.

"Gergin mi?" diye tekrar etti, aklı bu basit sorunun bir milyon bir farklı anlamları arasında zıplıyordu. Seokjin öyle bir sormuştu ki sanki dakikalar içinde seks yapacaklardı ve bu banyo ön hazırlığın da ön hazırlığıydı. Ama sonra tekrar, belki de Seokjin yalnızca varsayımda bulunuyordu, belki böyle bir şey demek bile istememişti. "Hayır. Değilim… Sadece…"

Cümlesi yarım kaldı, yeterli olmama fikrinden tiksindiğini acınası olmadan nasıl dile getireceğini bilememişti.

Seokjin ona baktı beklenti içinde.

"Yalnızca ne beklemem gerektiğini bilmek istiyorum," dedi. "Demek istediğim, yani, Nasıl- işlerin nasıl ilerlediğini biliyorum. Neyin nereye gittiğini, kimin ne yaptığını, bilirsin… ama… bilmek istediğim şey… sen nasıl…?"

Seokjin kaşlarını kaldırdı.

"...Seviyorsun?" diye bitirdi aksak bir şekilde, deli gibi kızararak.

Eğer Seokjin şaşırdıysa da bunu gizleme konusunda inanılmaz bir iş çıkarıyordu. Ağzının kenarındaki yarım gülümseme dışında onu ele veren başka hiçbir şey yoktu. Fesatlık ya da dehşet, yüzündeki ifade tamamen tanımsızdı. Başını eline yasladı.

"Birçok farklı şekilde seviyorum," dedi Seokjin. "Benim… Ben eğlenmeyi seviyorum. Üstte, altta, ayakta, otururken, yatakta, arabalarda-"

Jeongguk sertçe yutkundu.

"-birçok farklı şekilde."

"Yani, sen… büyük kaşık mı olmayı seviyorsun yoksa…?"

Şimdi Seokjin bir tepki vermişti, o kadar geniş gülümsüyordu ki yanakları kocaman oldu. "Bu çok şirin."

"Benimle uğraşma."

"Mm… İkisini de seviyorum," diye cevap verdi yavaşça. "Altta olmak gerçekten -doğru insanla birlikte olduğunda ve uygun bir şekilde hazırlandığında- gerçekten çok güzel. Bazı insanlar bu defteri kapatır bunu feminen bulduğu için ama seks tamamen zevkle ve insanın iyi hissetmesiyle alakalıdır. Bundan fazlası değil. Ben şuna inanıyorum, partnerin de istiyorsa ve iki tarafın da canı yanmıyorsa seni ne iyi hissettiriyorsa onu yapmalısın, anlıyor musun? Üstte olmayı da seviyorum ve yapmaktan mutluluk duyarım. Yine de, itiraf etmek gerekirse…"

"Evet…?"

"Küçük kaşık olmakla ilgili içimde yumuşak bir yer var," Seokjin'in yüzünde şimdi yer alan gülümseme dalgın ve çok uzaklardaydı, gözleri mesafeliydi. "Bir nokta var ve… tam oraya dokunduğunda, sanki… bedenin sönen yıldızlardan oluşuyormuş gibi hissettiriyor."

"Sönen yıldızlar?"

"Evet. Onlar en parlak olanlardır," Seokjin bilinçli bir şekilde bakışlarını Jeongguk'tan ayırdı. Jeongguk Seokjin'in bunu düşündüğünü söyleyebilirdi, bunu en son yaşadığı anı, ve Jeongguk çaresizce ona bunu tekrar hissettiren kişi olmak istiyordu. "Ve bu tüm bedenine hakim oluyor. Sadece… orada değil."

Jeongguk da şimdi bunu düşünüyordu. Seokjin bunun sancıları içinde kendini kaybederken nasıl göründüğünü merak ediyordu. Beli bükülüyor muydu? O derece tutkuluyken dudaklarından dökülen inlemelerin sesi neye benziyordu? (Her iki konumdayken de) Kalçaları nasıl hareket ediyordu? Öpüşleri nasıl değişiyordu. İçindeyken nasıl hissettirirdi? Jeongguk onun içindeyken nasıl hissettirirdi?

Daha ne olduğunu anlayamadan, Jeongguk taş gibi sertleşmişti. Etrafındaki suyun, kendi çıplaklığının ve Seokjin'in çıplaklığının, onun bacaklarının inanılmaz derece farkındaydı. Düşündü, nasıl, eğer isterse Seokjin'in bacaklarını aralayıp Jeongguk'un omuzlarının yanına yerleştirebileceğini. Nasıl, eğer isterse, Jeongguk sadece öne emekleyebileceğini. Uzun bir süre boyunca Seokjin'e baktı ve bakışlarını ondan kaçırdığında Seokjin'in aklından geçen her düşünceyi çoktan okuduğuna emindi.

Eğer Seokjin ona, duşun geri kalanının tadını tek başına çıkarabilmesi için burayı terk etmesini söylese Jeongguk şaşırmazdı. Bakışlarını suya, köpüklere indirdiğinde kendini buna hazırladı. Onun yerine, Seomjin şunu sordu:

"Ne düşünüyorsun?"

Seni öpmeyi, diye düşündü Jeongguk. Seni tutmayı. Kabalığım için kusura bakma ama… seni becermeyi. "Sönen yıldızları." dedi Jeongguk.

Seokjin'in gözleri Jeongguk'tan suya doğru kaydı. Jeongguk'un sertleştiğini anlama ihtimali olamazdı. Değil mi?

Üzerinde çok düşünmeden Seokjin bakışlarını tekrar ona çevirdi.

"Öp beni?" Sormasının tek nedeni kibarlıktı çünkü ikisi de arzunun çoktan orada olduğunu biliyordu.

Ve Jeongguk eğer kibar da değilse bir hiçti. Kimsenin bir dediğini iki etmezdi ve Seokjin, her ne kadar bir çok durumun bir istisnası olsa da bu o durumlardan biri değildi. Dizlerinin üzerine kalktı ve Seokjin'e doğru emekledi üzerine yerleşmek için, onu daha önce hiç öpmediği gibi öpmeye başladı. Öpüşmeleri daha dudakları birbiri ile buluşmadan önce çaresiz ve açtı. Buluştuklarında ise ikisi de oldukça ahlaksız, çılgınca ve açgözlüydü, tutku öylesine heyecan vericiydi ki başları dönüyordu. Bu defa daha fazla dil vardı işin içinde, birbirlerinden daha sık ayrılıyorlardı -sadece bir saniye için- sırf tekrar bir araya gelmek ve her şeyi tadabilmek için.

Tüm bu süreç boyunca Seokjin'in çıkardığı küçük seslerin, dudaklarını okşayan kesik nefeslerin, hevesli bir biçimde yuttuğu iç çekişlerin belli belirsiz farkındaydı Jeongguk. Seokjin'in bir kolunu ona doladığının, bedenine yerleştiğinin farkındaydı ve sertlikkeri suyun altından birbirine temas ettiğinde alev almış gibi hissetti. Daha farkına varamadan Seokjin'e sürtünmeye başlamıştı ve Seokjin de bunu yapması için ona yardım ediyordu, iki elini de kalçasına yerleştirerek. Su dalgalandı. Dalgaların yere dökülüşünü duydu ama devam etti.

Seokjin ona daha fazla dokundukça Jeongguk zamanında nasıl kendi eliyle yetindiğine inanamıyordu. Seokjin'in ona yaşattığı hislere kıyasla eli bir hiçti. Kanı sıcak lava dönüşüyor, aynı anda kendini hem bir tüy kadar hafif hem de bir taş kadar ağır hissediyordu. Seokjin'in aleti, onun sertliği ve sıcaklığı beyninde bir girdabın oluşmasına, ağzının en lezzetli şekilde kurumasına ve aklının zevkten çıldıracak gibi olmasına neden oluyordu. Kendini ona doğru itti, kalçalarını tekrar tekrar ileri doğru salladı ta ki Seokjin ona doğru inleyene kadar. Ve bu ses onun durmasına neden oldu.

Durduğunda, öpüşmeyi bitirip bakışlarını Seokjin'e indirdiğinde Seokjin de ona bakıyordu merak içinde, neredeyse bir şeyi yanlış yaptığına korkmuş gibiydi.

Jeongguk Seokjin'e iyi olup olmadığını, durabileceklerini ya da durmaları mı gerektiğini, bir kez daha eğer yapmak istemiyorsa yapmak zorunda olmadıklarını söyleyecek şansı vermedi. Boğazındaki yumruğu yuttu ve biraz titrek, çatlamak üzere olan bir sesle itiraf etti: "Ben…" derin bir nefes aldı ve aklında olanı direkt söylemeye karar verdi. "seni tatmak istiyorum. Ben, yani… seni ağzıma almak istiyorum… yapabilir miyim?"

Sanki ilk kez Seokjin'in şok oluşuna, gözlerinin kocaman bir hal alışına ve söyleyecek hiçbir şey bulamayışına şahit olmuştu. Seokjin'in ona bir tür cevap, bir onay vermesini bekledi ve bu cevabı alır almaz -Seokjin başını bir kez salladı- Jeongguk küvetten çıkıp Seokjin'in bileğini kavrayarak onu yatak odasına yönlendirdi. Yolda ıslak ayak izleri bırakıyorlardı ve Seokjin bundan sessizce yakınıyordu ve Jeongguk, mental olarak, temizleyeceğine söz verdi.

Başka pek bir şey söyleyememişti çünkü aklı yalnızca tek bir şeydeydi. Yatak odasına geldiklerinde Jeongguk yatağın dibinde durup Seokjin'in tam karşısında dikildi ve onu tekrar öpmeye başladı. Bir kez daha inlemişti, Seokjin onun öpüşüne karşışık verip bir elini beline doladığında. Öpücükleri ağzından çenesine, yanağına ve boynuna kaydı. Zayıf Nokta No. 1'e yakından ilgi göstermişti Seokjin kollarının arasında adeta titreyene dek. Daha sonra Seokjin'in köprücük kemiklerine yöneldi ve oradaki teni emdi. Göğsünü, karnını ve tatlı piercingini.

Seokjin'i kibar bir şekilde durduğu yerde oturması için yönlendirdi ve sonra da iç bacaklarını, dizlerini ve baldırlarını öptü. Seokjin'in bacaklarından birini kaldırıp omzuna yerleştirdikten sonra ayak bileğini öperken duraksadı Seokjin'in iç bacağında küçücük bir iz gördüğünde. Öne doğru eğilip Seokjin'in bacaklarını biraz daha araladığında küçük, gözünü-kırparsan-göremezsin dövmesi olan bir papatya onu karşılamıştı.

Bakışlarını Seokjin'e çevirip gülümsedi, dövmeye tekrar baktı ve onu öptü. O alanı baş parmağı ile okşadı. Bir an için orada kayboldu, dövmede değil, dövmeyi keşfedişinde. Seokjin'le ilgili öğreneceği hala çok şey oluşunda, zaman ilerlemeye devam etse de hiçbir taşı olduğu yerde bırakmayacak olmasına. Öğrenilecek şeylerle dolu bir gelecekleri vardı eğer isterlerse. Ve Jeongguk istiyordu.

Bakışlarını dövmeden ayırdığında yavaşladı, hızı daha az çaresiz, daha az çılgın bir hal almıştı. Yapmak üzere olduğu şeyin kendi içinde, gerçek anlamda farkına varmaya çalıştı. Seokjin'in tamamen sertleşmiş ve onu bekleyen aletine baktığında ağzı gerçek anlamda sulanmıştı. Ve bu yaşanır yaşanmaz, kafasını meşgul eden 'yapsam mı yapmasam mı' sorusu anında aklından silinmişti.

Bir süre hareketsiz kaldıktan sonra Seokjin elini Jeongguk'un saçlarına yerleştirdi. Jeongguk bu hareketin cinsel bir amaç taşımadığının farkındaydı. Seokjin'in onu işe koyulması için acele ettirdiği falan yoktu. Bir iç rahatlığı hareketliydi bu, 'yapmak zorunda değilsin' hareketi, ama Seokjin bu güven verici sözleri daha sesli olarak dile getiremeden Jeongguk onu kavradı ve daha fazla tereddüt etmeden dudaklarını Seokjin'in aletinin başına sardı.

İçgüdüsel olarak Jeongguk'un saçındaki eller kısacık bir saniye için sıkılaştı Seokjin ürperirken ancak tutuş aynı saniye içinde daha yumuşak, daha tatlı bir hal aldı. Jeongguk ağzında hissetmek için, ağırlığının diline nasıl yerleştiğini anlamak kendine biraz zaman tanıdı. Tadı tıpkı Seokjin'in geri kalanı gibiydi. Dilini döndürdü başın etrafında ve bir diğer tatlı iç çekiş, saf derin bir zevk ortaya çıkardı. Sonra geri çekildi sırf daha fazlasını ağzına alabilmek için. Daha başlamamıştı bile, yalnızca sınırlarını test ediyordu. Birkaç gece, Seokjin mesaiye kaldığında, boğazının derinliklerini melon barla test etmesi boşuna değildi sonuçta.

Alabildiği kadarını aldı ağzına, gözleri yaşatmaya başladığında bile geri çekilmedi Seokjin'in yeterince tatmin olduğunu hissedene kadar. Ancak o zaman geri çekildi ve alt dudağındaki salyayı silip derin bir nefes aldı. Dudakları aralık bir şekilde duran Seokjin'e baktı. Henüz mahvolmuş görünmüyordu. Sınırda gibiydi.

Sönen yıldızlar, diye düşündü Jeongguk Seokjin'in uzunluğunu eline alıp aşağı yukarı doğru hareket etmeye başlarken. İnsanların ne düşündüğünden endişelenmeden seksle ilgili yazacak kadar cesur tüm yazarlara minnettardı, mükemmel oral seksle ilgili yazılan paragraflara minnettardı. Elini hızlı, daha da hızlı hareket ettirmeye başladı tekrar ağzına almadan ve tadına vardığında ağzı sulanmadan önce. Müzik gibiydi, Seokjin'in sertliğinin etrafındaki dudaklarından çıkan sesler ve Seokjin'in heyecanlandığında çıkardığı sesler. Bu bir uyumdu. Ve güzeldi. Onlar güzeldi.

Hızını artırdı Seokjin'in elleri tekrar saçını bulana dek. İtmiyordu, çekmiyordu, sert ya da talepkar değildi. Bir tutam saç kulağının arkasına sıkıştırıldı, bir baş parmak yanağını okşadı. Dolu ağzı ve ağrıyan çenesiyle birlikte Seokjin'e baktı ve Seokjin'in de ona baktığını gördü. Kaşları çatık ve dudakları aralıktı. Daha ne olduğunu anlayamadan Seokjin onu kendinden ittiğinde dudakları sesli bir şekilde ayrıldı. Seokjin kendine dokunmaya başladı ancak Jeongguk onu durdurdu.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu, sesi bir hırıltıdan ibaretti.

"Boşalmak üzereyim," Seokjin'in nefessiz, kutsal cevabı oldu.

"Biliyorum," dedi Jeongguk. "Ben de bunu istiyorum."

Açık bir şekilde tatmak istediğini ya da buna benzer bir şey söylemesine gerek yoktu. Seokjin ona şöyle bir baktı, duyduğu sözleri sindirirken duraksadı. Gözleri hala birbirine kenetliydi Jeongguk Seokjin'in elini kendi uzunluğundan ayırıp parmaklarını birbirine kenetlediğinde. Onu tekrar ağzına aldı ve başını aşağı yukarı hareket ettirmeye başlayarak bahsi yükseltti Seokjin tekrar inlemeye ve tohumlarını Jeongguk'un diline dökene kadar.

Jeongguk'un gözleri büyüdü ağzındaki yeni tatla birlikte. Ağzında tutmakta zorluk çekmiş, birazı çenesinden aşağı yol almıştı. Tüm taşlar eski yerine oturduğunda dudaklarını geri çekmiş ve çenesini sildi. İkinci kez düşünmeden yutkundu ve ardından dudaklarını yaladı. En sonunda, bakışlarını kaldırdığında ona şok olmuş bir ifade ile bakan Seokjin'i gördü.

“Vov," dedi Seokjin

"Vov?" Jeongguk tekrar etti. "İyi bir vov mu?"

Seokjin gözlerini devirip hafifçe gülümsedi yatakta sırt üstü yatarken, kendini geriye bırakırken Jeongguk'un elini tutmayı ihmal etmemişti. "Aşırı başarılısın, biliyorsun değil mi?"

“Bu iyi bir şey.”

“Tabi.”

“Tabi?”

"Mm," Seokjin iç geçirdi, gözleri kapandı. Jeongguk da onun yanına uzanıp birkaç saniye onu izledi ta ki karşısındaki adamın gözleri açılıp bakışları onu bulana kadar. "Benim sıram?"

Jeongguk'un aletine doğru uzanacaktı ki Jeongguk bileğinden kavrayıp onu durdurdu. "Ben iyiyim."

Seokjin neredeyse onu sorgulayacaktı ki daha sonra aşağı doğru bakınca Jeongguk'un artık sert olmadığını gördü. Tekrar Jeongguk'a baktı. "Boşaldın mı?"

Jeongguk başını olumlu anlamda salladı göz kapakları titrek bir şekilde kapanırken. "Bunu yapmak hoşuma gidiyor," diye mırıldandı.

"Oral?"

"Tam olarak değil, sadece… sana iyi hissettirmek. Bunu seviyorum."

Kısa bir sessizlik anından sonra Seokjin tekrar uzandı ve Jeongguk'a sarıldı yandan. "Seninle ilgili hoşuma giden şey bu JK," dedi Jeongguk'un kulağına doğru. "Bana tam olarak hak ettiğim gibi davranıyorsun."

Jeongguk bunun üzerine gözlerini açtı. Seokjin'e döndü ve burnunu Seokjin'in başının tepesine sürttü. "Bir daire buldum," dedi. "Onay bekliyoruz."

Seokjin'in ne demesini beklediğini bilmiyordu. Bildiği tek şey Seokjin ona baktığında, saçını geriye attığında ve onun adına sevindiğini söylediğinde göğsünün aynı anda hem parçalara ayrılıp hem de bir araya geldiğini hissettiğiydi.

Daha sonra, saat gece yarısını geçtiğinde ve ikisi yataktayken, günün bütün sıkıntılarını ve harikalarını geride bıraktıklarında, Jeongguk Seokjin'in yüzünde daireler çiziyordu. Ona arkadan sarılırkem bir şekilde yüzyüze gelmişlerdi ve ikisinin arasında parmakları iç içe geçen elleri duruyordu. Seokjin uykuya dalmıştı. Neredeyse hayatın kendisinden daha da büyük bir hediyeydi, akıl almaz bir lütuftu burada Seokjin'le böyle olmak, onun tarafından güvenilmek. Jeongguk onun uyuyuşunu izlerken hayranlık vücudundaki her bir hücrenin ağrımasına neden oluyordu.

Hiçbir zaman, bir an için bile kendini aşık olacak bir insan olarak düşünmemişti. İlişkilerden hep kaçırmıştı. İnsanlardan kaçınmıştı. Tanrı dışında herhangi biriyle bağ kurmak ona yanlış gelmişti. Hiç arkadaşı olmamıştı. Bir sevgiliye sahip olma fikri aklının ucundan bile geçmemişti. O zamanlar eğer şimdiki halini görse ne derdi diye düşündü. Etkilenir miydi? Üzülür müydü? Hayal kırıklığı mı hissederdi? İmrenir miydi?

Seokjin'e bakarken aklına birden Jimin ve Taehyung geldi. Onların ilişkilerini düşündü, Baskıcı Aile ve Katı İnanç'ın üstesinden gelen ilişkilerini. Mesafenin ve zamanın ve akla gelebilecek her türlü engelin üstesinden gelen ilişkilerini. Taehyung için en çok birlikte olmak istediği insandan uzak durmak kim bilir ne kadar zor olmuştu. Ve sonra, aklıma para geldi. 1.000.000 won. Kafasında bir hesap yaptı. Taehyung eğer günde 10.000 won kazansaydı, Jimin'den tam yüz gün ayrı kalmak anlamına gelirdi bu. Yüz gün boyunca bu küçük miktardaki parayı gizli kuytu köşelere saklamak ve aklında hesabını yaparak kaç günü kaldığını saymak. Yüz gün boyunca sevdiği insanın gülümsemesini görememek, kahkahasını duyamamak, saçını koklayamamak. Yüz gün boyunca özlemek ve ağrıyan bir kalp.

Böyle bir ayrılığın ağırlığını kaldırabileceğini sanmıyordu Jeongguk. Seokjin'in saçlarını hafifçe geriye doğru attı ve tam olarak parmakları Seokjin'in tenini bulduğu anda bir aydınlanma yaşadı.

Taehyung'un parasını kurtarmak zorundaydı.

Hareketleri duraksadı bunu düşünürken. Onun açısından bakıldığında, Taehyung'un onu affetmesini hak etmek zorundaydı. Taehyung onu çoktan affetmiş olsa bile, Jeongguk'a göre o bu bağışlanmayı hak etmiyordu. O olmasaydı, belki Taehyung dönüp parayı alabilirdi bile. Birkaç gün boyunca bir parktaki bankta uyumak yerine kendine kalacak bir yer bulabilirdi, kendi evine daha kısa sürede çıkabilirdi. Düşündükçe bu fikir ona daha da mantıklı gelmeye başladı. Taehyung için yapabileceği en azından bu vardı.

Tekrar derin uykuda olan Seokjin'e baktı.

"Ben tam bir gerizekalıyım." diye mırıldandı kendi kendine.

Ç/N:

Sabahın on birinde böyle bölüm mü atılır  vs. Paylaşmak için sabırsızlanıyorum savaşlarında her zamanki gibi sabırsızlığım kazandı.

Cherub Vice | JINKOOK (Çeviri)Where stories live. Discover now