35. Bölüm

420 61 102
                                    


# yetişkin içerik #

Saat biri on geçiyordu Jeongguk kulağının üzerinde gezinen bir parmağın hissiyle uyandığında. Uykusunda titremiş ve bir saniye için hiçliğe tutunmuştu gözlerini karanlık salona açmadan önce. Gözlerini geri kapattı ve iç geçirdi, elini uzatıp şimdi boynunun yan tarafından aşağı doğru ilerleyen ele uzandı.

"Burada ne yapıyorsun?" diye sordu Seokjin, sesi kısık ve dikkatliydi sanki hala onu uyandırmamaya dikkat ediyormuş gibi.

"Bekleyeceğim demiştim."

"Doğru, anladım, uyumayacağını kastettiğini sanmıştım," Seokjin sevgi dolu bir şekilde güldü ve Jeongguk'un elini sıktı. "Eğer yorgunsan direkt yatağa geçebilirdin."

Jeongguk hmmladı, uykunun son kalıntılarının da onu terk etmesine izin verirken. "Tek başıma gitmek istemedim."

"Neden, hayaletli falan mı? Korkmalı mıyım?"

Jeongguk en sonunda gözlerini açtı ve yorgun gözlerin, birbirine girmiş saçların oluşturduğu sisin arasından yukarı baktığında Seokjin'in yüzünde yalandan korkmuş bir ifadeyle ona baktığını gördü. Taehyung'un aşık olmayı nasıl tanımladığını hatırlamaya çalıştı, bunun Seokjin'i gördüğünde kalbinin, göğsünün mümkün olan en mükemmel şekilde ağrımasına yol açan şey olup olmadığını anlamaya çalıştı.

"Bilmiyorum," dedi. "Korkmalı mısın?"

Seokjin burnunun altından gülüp elini çekti. "Hadi, yatağa gidelim."

"Burada uzansak olmaz mı? Çok yorgunum, kalkamıyorum."

"Ah, yorgun musun?" Seokjin elini bırakıp kendi göğsüne yerleştirdi. "Ben yorgunluk nedir hiç anlamam zaten."

Jeongguk ona güldü ve onunla tartışmaya çalıştı ancak Seokjin konuyu saptırmaya çalışarak kızgınmış taklidi yapıyordu. Bakışlarını kaçırıp tavana, sanki yapacağı savunmanın alıntılarını bulmaya çalışır gibi baktığında Jeongguk Seokjin'in elini tekrar yakalayıp onu aşağı, koltukta yanına çekti. İşte o zaman, bedenleri acımayı gerektirecek kadar -belki daha sonra acıyacaktı- pervasızca çarpıştığında, fakat o an Jeongguk'a sadece birbiriyle muhteşem uyuma sahip iki puzzle parçasını hatırlatırken Seokjin gülmüştü.

En sonunda, gülüşmeleri azalırken ve bu küçücük alanın elverdiği kadar rahat bir şekilde uzanırlarken, burnunu Seokjin'in omzuna gömen Jeongguk ona iş gününün nasıl geçtiğini sordu.

Sırt üstü uzanan Seokjin elinin tersini gözlerinin üzerine kapatıp dalgın bir şekilde iç geçirdi. "Tam olacağını tahmin ettiğim gibiydi."

Jeongguk güldü ve derin bir nefes aldı. "Nane kokuyorsun."

"İnsanları hep böyle koklar mısın?"

"Hayır," dedi Jeongguk, Seokjin'in belindeki kollarını biraz daha sıktı. "Sadece seni."

Aniden yüklenen bu aşırı dürüstlüğü için tüm tarafsızlığıyla uykuyu, gerçek hayat ve rüyalar alemi arasında bir yerde oluşunu suçlayabilirdi. Ama tamamen uyanıktı. Uyanık ve ne kadar az vakitleri kaldığının oldukça farkında. Düşününce, kendini savunma gibi aptalca şeylere harcayacak vakti kalmamıştı. Seokjin'e karşı dürüst olmak istiyordu, onunla olmak istediği şeyi olmak istiyordu üzerinde çok fazla düşünmeden. Sonuçta, yarının ne getireceğini kim bilebilirdi ki?

Seokjin'in ona takılmasını ya da onu kızdırmasını bekliyordu ancak Seokjin'in tek yaptığı şey saçlarını her zaman yaptığı gibi yana itmek oldu. "Kokunu seviyorum," dedi. "Yeryüzü gibi... Tatlı, hoşuma gidiyor."

Cherub Vice | JINKOOK (Çeviri)Место, где живут истории. Откройте их для себя