six; fight with mr. oh

926 122 57
                                    

Oh Sehun bundan iki yıl sekiz ay önce hayatıma girmişti ve son derece düz giden hayatıma yokuşlar katmıştı. Her ne kadar uzun süredir sadece sessizce beni izlediğini bilsem bile, ki bu bile yeterince rahatsız ediciydi, artık eskisi kadar sessiz değildi. Jongdae ve İseul'un düğününden üç gün sonra ofise geri döndüğümde sevimli çalışan Bay Kang'dan her zamanki kahvemi istemiş ve masama yayılmıştım. Ancak beş dakika kadar sonra Bay Kang kahveme ek olarak elinde koca bir buket çiçekle içeriye girdiğinde şaşkınlıkla kalakaldım. "Bu ne?" ve o çiçeği masama bıraktığında ipler kopmuştu. "Size gelmiş." dediğinde ve üzerindeki notu gösterdiğinde başımla onaylamış ve kahve için teşekkür etmiştim. Üzerindeki notta, "Kesinlikle kır düğünü yapmalıyız." yazıyordu. Çiçek kimdendi biliyordum. O gün bunun son atak olduğunu ümit ettim ancak öyle olmadı. Ertesi gün daha büyük bir buket geldi, bu kez notta "Balayı için İtalya idealdir." yazıyordu. Üçüncü gün tekrar bir çiçek geldiğinde bu kez nota hiç bakmadım. Böyle süren bir haftanın sonunda ofise girdiğim pazartesi sabahı bu kez benim değil yandaki boş masanın üzerine bırakılmış çicekleri gördüğümde gerçekten ağlamak istedim. Yere çömüp hüngür hüngür ağlamak istedim. Ancak ağlamak yerine çantamı kendi masama atarcasına koyduktan sonra çiçeği aldığım gibi çöpe yöneldim.

"Hey, hey! Ne yapıyorsun?" çiçeği tam çöpe atarken koridordan yabancı bir ses duyuldu. "Sen kimsin be?" benden biraz kısa, beyaz tenli, siyah saçlı ve koca gözlü bir adam bana bakıyordu. Muhtemelen benden birkaç yaş büyüktü. "Asıl sen kimsin ve neden bana gelen çiçeği atıyorsun?" hala çöpün üzerinde duran çiçeği kendime çektim. "Sana mı bu çiçek?" başıyla onayladı. Açıkçası fazlasıyla yakışıklı bir adamdı. "Evet, sevgilim gönderdi yeni işim için." tam vaktinde gelmişti, eğer azıcık geç kalsa şu an sevgilisinin hediyesi çöpteydi. "Özür dilerim." dedim çiçeği masasına götürürken. "Birkaç gündür çiçeklerle başım belada, o yüzden bakmadan direkt atıyordum yine. Kusura bakma." elindeki kupayı bırakıp çiçeğinin yapraklarına baktı. "Önemli değil." ofisin ortasında öylece kalakaldım, yaptığım en büyük aptallıklardan biriydi.

"Do Kyungsoo." dedi bana dönüp elini uzatırken. "Kim Jongin." uzanıp elini tuttum. "Yeni atandım, böyle bir karşılama beklemiyordum aslında." elini çekip iki adım geriye gitti ve poposunu masasına yaslayıp kahve kupasını yeniden eline aldı. Bordo boğazlı kazağının içinde oldukça iyi görünüyordu. Üzerimdeki montu çıkartıp kapının arkasındaki portmantoya astım. "Yeni birinin atanacağından haberim yoktu." masama gitmeden önce Bay Kang'a seslendim. "O masa kimin?" Jongdae'nin masasını gösterdi. "Kim Jongdae'nin. Geçen hafta düğünü vardı, şu an balayında. Haftaya tanışırsınız muhtemelen." başıyla onayladı. "İki hafta önce gelmiş olsan düğüne de gelirdin." dediğimde suratı buruştu. "İyi ki şimdi geldim." az önce atmak üzere olduğum çiçeğin yapraklarına dokunuyordu ve evet suratı hala buruşuktu. "Düğünlerden nefret ederim." istemsizce kıkırdadım çünkü sanırım artık ben de düğünlerden nefret ediyordum. "Hemen bir derse girmem gerekiyor, daha sonra görüşürüz." masamın üzerinden çantamı geriye aldığımda Bay Kang'da kahvemi getirmişti. Bugünkü derste öğrencilerimin sunumu olacağından kahve içmemde bir sorun yoktu. "İyi dersler." odadan çıkmadan söylediğinde sadece başımla onayladım. "Tekrar hoş geldin ve tekrar kusura bakma." bu kez de o başıyla onayladı.

Derse gireceğim sınıfa yürürken yolda beni tanıyan tüm öğrenciler gözümün içine bakıyor ve önümde eğiliyorlardı. "Günaydın Bay Kim." diyenlere aynı şekilde karşılık veriyor hem de elimdeki kahvemi yudumluyordum. Sonunda sınıfa yaklaştığımda dışarıda beni gören öğrencilerim koşturarak içeriye girdiler. Henüz hazırlık sınıflarının dersine giriyordum, iki ay sonra doktoram bittiğinde ikinci dönemde bölüm derslerine girmeye başlayabilecektim. "Günaydın." dedim neşeyle beni süzen sınıfıma. "Günaydın Bay Kim, bugün de kampüsün en yakışıklısısınız." tüm o yaşlı hocaların arasında ben, Minseok ve Jongdae öğrencilerimiz için veli nimettik. "Bilemiyorum." dedi içlerinden birisi. Beni övmeyi çokça seven ve bunu yapmaktan çekinmeyen öğrencilerimden biriydi. Ona göre sadece kampüsün değil tüm şehrin en iyisiydim. "Yeni gelen hoca daha da iyi olabilir." şaşkınlıkla ağzımın açılışına kıkırdadı hepsi. "Sen..." parmağımla gösterdin. "Sen beni sattın mı? Ah! Finallerde bölümün en kötüsü olduğundan emin olacağım." hepsiyle birlikte bende kıkırdadım. Ülkenin en iyi üniversitesine girebilmeyi başarmış zeki öğrencilerdi hepsi. Nerede durmaları gerektiğini iyi bildikleri için onlarla şakalaşmak sorun olmuyordu. "Hocam bildiğiniz üzere size her zaman şehrin en iyisi olduğunuzu söylerdim." dramatik bir şekilde ayağa kalktı. "Siz tüm ülkenin en iyisisiniz." bu kez benden bir kahkaha kazandığında yeniden yerine oturdu. Devam etmemizi söyleyecektim ancak sınıfın kapısı usulca açıldığında dikkatim o yöne çevrildi. Geç kalan bir öğrenci olduğunu düşünmüştüm ancak değildi. Bay Kang elinde koca bir buket şakayıkla kapıda duruyordu. Bu sadece benim değil öğrencilerimin de dikkatini çekti.

fly me to the moon | sekaiWhere stories live. Discover now