twenty seven ; forget me not

556 66 68
                                    

yeni yıla birlikte girelim gecen yil oldugu gibi. sizi cok seviyorum exolu sekaili nice mutlu yıllara. yeni yil temali degil bolum zaman cizelgesinden dolayi. finallerim bu pazartesi başlıyor o yuzden bi dahaki gelis min iki hafta sonra olur o yuzden simdiden musmutlu yillara seneye gorusuruz 💞💗💞💗💞💓💞💞💗💞💗💞💗

Zamanın birinde, bir şövalye ve sevgilisi Tuna Nehri'nin kenarında birbirlerine hasretlerini gideriyorlarmış. Belki de büyük hayalleri vardı, benimkiler gibi, ve onları konuşuyorlardı, bilemem. Genç kız, belki de genç oğlan, nehrin kenarında suya çok yakın kısımda gördüğü çiçeğe hayran kalınca cesur yürekli korkusuz şövalye sevdiğini mutlu etmek istemesi sebebiyle çiçeği koparmaya çalışmış. Ama hayat ya bu işte, ayağı kayıp da Tuna Nehri'nin akıntılı suyuna düşüvermiş. Tuna alır da vermezmiş, kurtulunmazmış oradan. Şövalye çiçeği sevgilisine atmış, demiş ki unutma beni. Unutma beni son sözleri olmuş zavallının. O günden sonra minik taç yaprakları olan o çiçek unutma beni diye anılmış. Ayrı kalan sevgilileri birbirine bağlayan bir sembol olmuş.

Ayrılığımızın ikinci ayında, bebeğim tam on beşinci haftaya girdiği sırada ve hatta hayatımın en zor dönemlerinden geçerken bir sabah tam iki saksı ve iki buket de unutma beni çiçeğiyle uyandım. Mavi taç yaprakları içimi kavururken saksıdaki çiçekleri evimin en ışık alan yerine yerleştirdim. Kasım ayının soğuk rüzgarları onlara iyi gelmezdi, unutmamak için her an gözümün önünde olmalıydılar. Buketlerden birini en sevdiğim vazoya yetleştirip yatağımın hemen yanına yerleştirdim, öbürünü de okula götürmüştüm. Uyanır uyanmaz ve gün boyu göreyim istedim onu, kurumasın diye delice bir çaba harcadım. Çünkü artık o kadar zorlanıyordum ki devam etmek için ittirici bir güce ihtiyacım vardı.

İş benim için çok zordu, günde en az beş kez kusarken çalışmak eziyetti benim için. Dersin en zevk aldığım kısmında vücudumu saran mide bulantısı ve son birkaç haftadır ani tekmeler çok zorluyordu. Jaebum her geçen gün daha da şaşırıyordu çünkü ilk trimester bitmesine rağmen ilk trimesterdan bile daha fazla kusuyordum. Bir de hareket meselesi vardı. İlk hissetmeye başladığımda oldukça sevimli olan bu anne bebek etkileşimi benim için bir eziyete dönüşmüştü. Çünkü benim bebeğim öyle minik tekmeler falan atmıyordu. Çok ciddi anlamda bir canavara hamile olduğumu düşünmeye koyulmuştum, henüz on beşinci haftasında olmasına rağmen canımı o kadar çok yakmaya başlamıştı ki ilk sert tekmesinde bir şey oluyor sanıp gecenin üç buçuğunda hissettiğim acıyla ağlayarak Jaebum'u aramıştım ve o da apar topar kliniği açmak zorunda kalmıştı. Hiçbir tetkikte problem gözükmediğinden tam rahatlayacağımız an yeniden aynı acıyı hissetmemle bir ultrason daha çekmiş ve bu acının sebebinin bebeğin hareketleri olduğunu anlamıştık. Babası kılıklıydı, hayatımı aynı anda hem yaşanabilir hem de yaşanamaz kılıyordu. Elbette sürekli aşırı sert hareket etmiyordu, minik hareketleriyle mutluluktan gözlerimin dolduğu anlar daha çoktu ancak beklenmedik anda indirdiği sert darbeler yüzünden Sehun kurt adam falan olabilir mi diye düşünmedim değildi.

Benden daha da çok İseul ve Jongdae şok oluyordu çünkü Jieun'un hamilelik dönemi müthiş kolay geçmişti. Bir keresinde denk geldiklerinde ikisi de telaşa kapılmıştı, iki büklüm yere çökmem delicesine korkutmuştu onları. İlk defa bu kadar büyük bir problem yaşadıkları ilişkilerini düzeltmeye çalıştıkları bu süreçte Sehun yüzünden her yeni göz yaşı döktüğüm seferde sönmek üzere olan orman yangını yeniden alevleniyordu sanki. Benim de İseul ve Chae ile olan ilişkimin durumu tartışılırdı. İlk baştaki gibi aramaları ve mesajları görmezden gelmiyordum ama her zamanki gibi olduğumuz da söylenemezdi. Kırgındım, farkındalardı. Düzeltmeye çalışıyorlardı, düzelmiyordu. Bazı şeyler pek de kolay değildi anlaşılan. Nasıl düzelirdik ben bile bilmiyordum.

fly me to the moon | sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin