fifteen; lips don't lie

706 98 47
                                    

ya bölümü oylarsınız ya da Sehun ile Jongin'i ayırıp fici angst yaparm. şakam yok yaparm bakın.

Üniversite sınavında derece yapıp da ülkenin en iyi üniversitesine onur öğrencisi olarak girdiğimde elbette ki birçok vakıf ve hükümet bana burs bağlamıştı. Kısa bir süreliğine de olsa refaha ermiş, çalışmadan yedi ay yaşayabilmiştim. Sonunda hissettiğim o rahatlık pahabiçilmezdi. Sonunda geceleri uyuyabilir, edindiğim tek arkadaşım, Jongdae, ile istediğim kadar gezip dolaşabilirdim. Hayal ettiğim o rahat hayata düşündüğümden çok daha önce kavuşmuştum, rüya gibiydi.

Ancak unuttuğum bir şey vardı: Her güzel rüya bitmeden önce kabusa dönerdi. En azından benim için. Sürekli olarak hayatın zorluğundan yakınmak istemiyordum ancak hayatta gözüme gözüme sokmak istiyordu sanki. Mutlu olmak benim için her zaman diğer kişilere göre daha zor olmuştu. Yine de o engelleri aşıp mutluluğa kucak açmak tarifi olmaz bir histi.

Bu zorluklardan birisi de üniversite birinci sınıfta iken gelmişti başıma. Sonunda burslarımla biraz da olsa rahatlamışken bana belki de hayatımın en korkunç günlerini yaşatan kişiyle karşılaşmıştım. Jongdae o sıralar yurt ücretini ödeyebilmek için bir markette kasiyer olarak çalışıyordu, henüz Baekhyun ile yakın değildik. O kasada beklerken ben de köşede ikimiz yerine de not çıkarıyordum. Bu konularda gücenen birisi olmamıştım. Jongdae benim ilk ve terk arkadaşımdı, yardıma ihtiyacı vardı ben de elimden geleni yapıyordum. Saat akşam on biri gösterirken sarhoş insanlar sallana sallana sokakta yürümeye başlamışlardı çoktan. Bazıları markete geliyor, otomattan kahve alıp ayılmaya çalışıyorlardı. Not çıkarmaya ara verip de Jongdae tuvalete gittiğinde kasaya geçtiğim sırada marketin kapısı tekrar açıldı. Benden en fazla üç yaş büyük bir oğlan markete girdi. Fazlasıyla varlıklı olduğu belliydi, kolunda binlerce dolar edecek bir saat, muhtemelen Prada olan takımı ve az önce marketin önüne gelişi güzel park ettiği son model araba ile ben zenginim diye bağırıyordu resmen. Markete girdiği ve gözleri bana değdiği an hayatımın en korkunç üç ayını da başlatmış olmuştu.

Takıntılı bir pislikti, şimdiye kadar elde etmek istediği her şeyi elde etmiş bir zengin çocuğuydu. İstediği yeni şey bendim; bir araba ya da uçak değil, canı kanı olan bir insan. Rıza kavramı öğretilmemiş birisi ile başa çıkmak çok zordu. Adını hiç öğrenmedim ama tam üç ay gezdi peşimde. Geceleri korkuluydu, bir süre Jongdae benimle kaldı. Bu süreçte Minseok ile yakınlaştık, bir süre onun evinde kaldım. Her gün peşimde geziyordu ve her reddetiğimde de pişman olacaksın diye avaz avaz bağırıyordu. Gözlerinin altı mosmordu, her gün alkol kullanıyordu ve hareketlerinden fazlasıyla belli olacak şekilde madde kullanıyordu. Üç ay sonunda pes etti ancak bana da bir bedel ödetti. Devletin bursu dahil olmak üzere tüm burslarımı kestirdi. Beni yeniden sefil hayata döndürdü ve bir daha gittiğim hiçbir vakfın da burs bağlamamasını sağladı.

Bir saat önce telefonu kapatıp eve Sehun'a söve söve dönerken kapıda yeniden görmek beni yıllar öncesine götürdü. Tüm sinirlerim uyarıya geçti, tehlikeye karşı alarmdalardı. Ardından az önce Sehun'a kapıyı açan da yıllar öncesinden, on dokuz yaşındaki Jongin'di.

"Üç yıl önce sana birisinin tüm burslarımı kestirdiğini söylemiştim, hatırlıyor musun?" görmedim ama başımın üstündeki hareketten başını salladığını anladım. Evin içine geçmiştik, salondaki geniş L koltukta tıpkı kapıdaki pozisyonumuzda oturmuştuk. Başım göğsündeydi, şu anlık sığınabileceğim en doğru yer. "Oymuş." dedim, ağlamayı bırakmıştım çoktan. Yine de elleri hâlâ belimdeydi ve dudakları da tekrar tekrar saçlarıma karışıyordu. "Şu büyük ihaledeki rakibin." bir anlığına kaskatı kesildi ancak kısa bir sürede toparladı kendini. Sakin sakin yıllar önce yaşadığım şeyi anlattım ona, elleri buz gibi oldu ve her cümlemde sinirden taş kesildi. Ara sıra şu geniş fantezili küfürleri duyuldu.

fly me to the moon | sekaiWhere stories live. Discover now