Part 2 - Bölüm 21

163 7 15
                                    


Kei içini çekerek oturdu yanlarına. Kendini çok yorgun hissediyordu. Eski halini, tüm duygulardan uzak olduğu basit hayatını özlüyordu. Kağıdı aldı arkadaşından, şaşırmıştı. Ne yazmış olabilirdi ki ona. Dikkatlice kağıdı açtı, Keiji'nin özenli el yazısını okumaya başladı. 


Bir galakside çok uzun zamandır yalnız yaşayan bir gezegen varmış. Bu gezegenin tek derdi yalnız olmak da değilmiş. Tamamen karanlıkmış çevresi. Her gün çok acı çekiyor hatta zaman zaman bu renksiz, karanlık yaşamı sonlandırmak istiyormuş.

Ama ikna etmiş kendini. Hayatımı aydınlatmanın bir yolunu bulabilirim demiş. Küçük bir mum bulmuş önce ama ateşine hayranlıkla bakarken mum ellerini yakmış. Ateş böcekleri bulmuş ama onlar da sıkılıp gitmişler. Lambalar ise fazlasıyla sahte ve parlakmış. Çok korkmaya başlamış aydınlık olan her şeyden. Onun böyle bir ışığa ihtiyacı yokmuş, herkese sormuş. Sonunda ihtiyacı olan şeyin ne olduğunu anlamış. O güneşi arıyormuş başından beri. Yollara düşmüş, evrenin büyük bilginlerine sormuş güneşi nasıl bulabileceğini. Ne yazık ki tatmin edici bir cevap alamamış. Yıllar sürmüş çabası. Gezmedik tek bir yer bırakmamış. Bir gün çok parlak ama gözleri kamaştırmayan, çok sıcak olan ama yakmayan bir şey görmüş, belki güneşin ne olduğunu bu görkemli varlığa sorabilirim diye düşünmüş. Yanına gidip seslenmiş ona. Varlık gözlerini aralayıp zavallı gezegene bakmış. Onun bakışlarıyla gezegen aydınlanmış. Sen güneşsin demiş şaşkınlıkla. Güneş de sonunda ona ihtiyacı olan biri olunca sevinmiş. Tüm enerjisini, sıcaklığını ve neşesini yalnız gezegene vermiş. Gezegenin üzerinden yüzyıllardır yok olmuş hayat yeniden canlanmış.

Gezegenin güneşe dönük yüzü hep aydınlansa da hiç aydınlatamadığı karanlık bir tarafı kalıyormuş. Güneş elinden geleni yapıyormuş daha fazla enerji üretmek ve çok sevdiği gezegenini aydınlatmak için. Ama bazı şeyler ellerinde değilmiş. Gezegenin olduğu şekil ve yapısı buna izin vermiyormuş. Güneşi ikna ediyormuş sorun olmadığını söylüyormuş hep.

Bazen karanlık tarafıyla uzun uzun evrene bakarmış, kendisinin eski haline benzeyen yalnız gezegenleri görür onlara üzülürmüş. Bir gün dikkatle baktığında diğerlerinden farklı bir cisim görmüş. Bir gezegen kadar büyük değilmiş. Kendine özgü bir şekli ve yapısı varmış. Onu yanına çağırmış ama pek anlıyor gibi değilmiş onu gök cismi. Gezegen onu tanımayı öyle çok istemiş ki, ister istemez bir çekim gücü oluşturmuş. Cisim ona yaklaşmış yavaş yavaş, etrafında gezinip durmaya başlamış. Ancak kendini hep karanlık tarafta tutuyormuş.

Bir gün gezegen bir plan hazırlamış, cismi güneşle karşılaştırmaya karar vermiş. Gizlice aralarından çekilmiş ve güneş tüm ışığını cisme yansıtmış. Gezegen gözlerine inanamamış. Hayatında gördüğü en güzel şeymiş o. Kendine özgü kraterleri, desenleri ve yükseltileri varmış. İşin ilginç yanı güneşten aldığı ışığı yansıtabilen parlak bir yüzeyi varmış. Kendini çok şanslı hissetmiş gezegen. Çünkü cisim o istemeden yanında gelmiş. Onu aramak için çaba bile harcamadan bu kadar harika bir şeyi bulabilecek kadar şanslı olduğuna inanamıyormuş.

Gezegen cisme adını sormuş, cisim adının ay olduğunu söylemiş ona. Güneş bile şaşırmış bu güzelliğe "Ay ne kadar güzel değil mi?" diye sorup duruyormuş gezegene. Gezegen bunun farkındaymış, ayın güzelliğine o da hayranmış. Ama bir şey daha fark etmiş. Özenle ayarlanmış belli bir şekilde dururlarsa eğer bir arada, gezegenin güneş tarafından aydınlatılamayan kısımlarını ay aydınlatabiliyormuş. Gezegen bunu fark ettiği an aydan asla vazgeçemeyeceğini anlamış. Onun çevresinde kalması için çekim gücünü arttırmış. Ay da onun varlığına ve güneşten aldığı enerjiye ihtiyaç duyuyormuş zaten. İkisinin yanında kalmış ve güzelliyle ikisini de büyülemeye devam etmiş.

Heaven in Your ArmsWhere stories live. Discover now