2.0- happy place

51 11 33
                                    

BABA BEN BU LOUISYI COK SEVIYOM YA

sınır 30

...

Kulağının dibindeki sesler ona hiç istemediği şeyler fısıldarken, bir işe yaramadığı için dozu artırılan ilaçlar yüzünden iyice yorgun düşmesi sebebiyle neredeyse yere yığılacak gibi hissediyordu.

Neredeyse üç aydır buradaydı. Zihnindeki sesler hâlâ susmadığı için ilaçlar arttırılmıştı, doktorun söylediği şeyleri de artı olarak yapsa da zihni sanki ona düşmanmışcasına her şeyi yok sayıp kendi bildiğini yapıyordu ve Louis bu işe yaramamazlık korkusu yüzünden her gün kendisini ağlarken ve ataklar geçirirken buluyordu.

Doktorlar, onun başkalarına zarar vermeyeceğinden emin olduktan sonra odasından çıkıp diğerleriyle görüşmesine de engel olmayı bırakmıştı. Niall her gün ziyarete geliyor, gelemediğinde arayıp halini soruyor ve onu neşelendirmeye çalışıyordu. Louis'nin artık bunlarla ilgili bir sorunu yoktu ama canını asıl sıkan şeyin hâlâ gitmemesiyle ilgili kesinlikle bir sorunu vardı.

Doktora göre de tedavi sürecinde, Louis'nin düşündüğü gibi anormal olan bir şey yoktu.
Ona göre zaten bu kadar süre içinde şizofreninin tamamen gitmesi beklendik değildi, Louis sadece yorulmuştu ve hızlı çözümler istemeden edemiyordu.

Louis'nin zihni öyle bir hale gelmişti ki; her konuda kendisini suçluyor, geçmişini unutup silemiyor, yaptığı her şeyi tekrar tekrar düşünerek kendisinden nefret etmeye devam ediyordu. Affetmek nedir bilmezken, kendisiyle bir türlü barışıp olanları kabullenemezken, o seslerin hiçbir yere gitmeyeceği de ortadaydı.

Şu an canavarı biraz daha sakindi, ilk geldiği günlerdeki gibi aklını kaçırıp camdan atmaya sürükleyecek kadar korkutmuyordu. Çoğu zaman köşesinde oturup orada akşama kadar sessizce bekliyordu, bazı zamanlar ise kulağının dibine kadar gelip sadece konuşarak Louis'yi ağlatacak dereceye getiriyordu. Louis'nin inançsızlığının sebebinin büyük bir kısmı da bu konuşmalardan geliyordu.

Yatağına uzanırken onu görmezden gelmek adına, doktorun söylediği yöntemlerden birini uygulamak isteyerek gözlerini kapadı. "Mutlu yer." diye fısıldadı. "Sadece mutlu olduğun bir anını bul ve oraya git. Basit."

"Basit falan değil, böyle bir yer yok."

Onu duymayı bırakmıştı bile. Aklına gelen ilk yerin burası olması canını sıkıyordu ama elinde değildi, saniyelik mutlu olduğu anlardan birisine tutunmak zorundaydı.

Annesi, ona en sevdiği çorbayı yapmıştı. Babası çoktan işe gittiği için mutluydu, annesiyle başbaşa yemek yiyecekti. Televizyonda en sevdiği çizgi film oynuyor, dışarıda hafif yağmur yağıyordu. Annesi çorba kasesini önüne bıraktıktan sonra alnına bir öpücük bırakıp hemen yanındaki sandalyeye yerleşiyor, birlikte yemeklerini yerken Louis okulun ilk haftasında yeni arkadaşlarıyla oynadıkları oyunları keyifle anlatıyordu. Yemekten sonra da annesiyle birlikte ödevlerini yapacaktı. Her şey olması gerektiği gibiydi.

Ta ki kapı çalınana kadar.

Louis'nin odaklanmış hali çalınan kapıyla tamamen dağıldı, gözlerinin önündeki konu bambaşka yerlere kaydı. Önce annesi hastalandı, onun mezarının başında ağlamaya başladı. Daha sonra babası başka bir kadınla evlendi ve üvey kardeşleri oldu.

Annesinden gördüğü sevgiyi bir daha görmemesinin yanı sıra, hayatında kaos bir daha hiç eksik olmamıştı. Babasının kendisine, merdivenin altlarına saklanacak kadar bağırdığını şu an bile duyabiliyordu. Evden kaçana dek üvey annesi ve üvey kardeşlerinden de ne kadar nefret edilebilirse o kadar etmişti.

Bütün bu anların, sadece bir kapı çalmasıyla gözlerinin önünden geçmesi çok rahatsız ediciydi; neden normal insanlar gibi sadece uyuyup uyanmıyordu ki?

"Louis uyan" dediğini duydu omuzlarındaki elin sahibinin. "Neden ağlıyorsun? Louis- Uyanman gerekiyor..."

Gözlerinin hafifçe aralarken ağladığın da uyuduğunun da farkında bile değildi. Sadece hayallerinde mutlu bir yere gitmek istemişti, yorgunluktan uyuyakalmış olmalıydı.

"Tanrım... İyi misin? Ne oldu?"

"İyiyim" derken yerinde doğruldu hafifçe. Ellerini yüzüne götürüp bir süre kendisine gelmeyi denemişti. Kabuslar onda yeni değildi.

"Emin misin?"

Sorusunu duymamazlıktan geldi, "Ne oldu Luke?" diye fısıldadı. Ardından boğazını temizleyerek devam etmişti. "Nial mı arıyor yine?"

"Hayır, şey..." dedi dudaklarını ısırarak. "Ziyaretçin var."

"Niall daha sabah geldi? Bir şey mi olmuş?"

"Niall değil."

Louis'nin kaşları çatıldı. Luke nasıl söyleyeceğini düşünmek için parmaklarıyla oynamaya başladı. Gerçekliğinden emin olmadığı için buralara kadar düşmesine neden olan adamın burada olduğunu nasıl söyleyecekti ki?

Doktoru artık karşısına çıkmasına izin verse ve bunun zamanının geldiğini söylese bile, eğer Louis hâlâ ona inanmıyorsa Luke'a olan inancını da yitirebilirdi. Zaten buraya geldiğinden beri yanındaki hayaleti burası bile gerçek değil  gibi cümleler kurduğundan kimse onu tetiklememek adına "Harry gerçekten burada" gibi bir cümle kurmuyordu, zamanla söylenmesine karar verilmişti. Doktorun iznine rağmen Luke gerilmişti, onun güveninin kırılmasını istemiyordu. Zaten buraya ve ona çok zor alışmıştı.

"Kim o zaman Luke? Söylesene."

"Şey..." diye mırıldandı. "Aşağıya inip kendin görmek ister misin?"

Louis bir süre düşündü, buna hiç ihtimal veremese de aklına tanıdığı başka birisi gelmedigi için "Üvey kardeşlerimden birisiyse geri gönder." dedi.

"Değil."

"Ne yapmaya çalıştığını gram anlamadım." derken yataktan tamamen kalkıp yanındaki şişesinden su içti ve kapıya doğru yürüdü. "Sevmediğim birisiyse seni keserim Luke"

"Bilmiyorum." dedi sadece Luke. Louis de derin bir nefes almış ve asansöre kadar onu takip etmişti.







...

Bu hikayede harry 2 gün kalsa 5 ay ortada olmuyor ve surekli bir geri donusu oluyor inanilmaz bir sey

Duzenlemeden yolladim ins sonradan bes yuz hata fark etmem

Lost His Mind || Larry Where stories live. Discover now