Home

111 18 0
                                    

Kapının önüne geldiğimde zorlukla taksiden indirdiğim valizleri aynı zorlukla kapının önüne kadar sürüklemiştim. Elimi anahtarı almak için cebime attığımda en son nerede gördüğümü bile hatırlamadığım gerçeğini bir kenara ittirip valizimi yan yatırdım ve içinde olmadığını biliyor olsam da anahtarı aradım.

"Sikeyim, şaka mı yapıyorsun?"

Siyah valizi de kontrol ettikten sonra zaten epey karışık valizler iyice karışmış, yarısından çoğu kapanmamıştı. Yola doğru eğik, açık gri kaldırımda ilerleyip beyaz garaj kapısıyla aynı hizadaki palmiyeye yaslandım. Zaten yeterince yorgundum ve bununla uğraşmak o kadar güç geliyordu ki.

Ceplerimi karıştırdığımda, başta bulamadığım telefon için yan komşularımı umursamadan küfür etmiş, sonrasında da pantolonumun cebinde bulmuştum. Yaklaşık bir saat daha kapının önünde bekledikten sonra içeriye girebilmiş ve kendimi uzun süredir olduğu gibi, yatak yerine koltuğa atmıştım. Koltukta ters dönüp tavanı izlemeye başladım. Değişik bir şekilde şu anda da Los Angeles'ı özlüyordum, dairemde olmak iyi hissettirir gibi geliyordu.

Kapıdan girdiğiniz gibi, direkt olarak salona açılıyordu ve salonun karşınızda kalan ve soldaki duvarı tamamen camdı. Camların önündeki perdeyi oturduğum yerden ittirip ay ışığının yansıdığı havuza baktım. Uzun süredir ilgilenilmemişti ve yüzmek için pek iç açıcı görünmüyordu açıkçası.

Beyaz çitlerin ayırdığı yan bahçeden, yakılan ateş görünüyordu ve bu istemsiz bir şekilde içimin sıcacık olmasını sağladı. Bir yandan ayağımla, salonun her bir karışını kaplayan tüylü halıyla oynuyor, diğer yandan kolumu koltuğun üstüne atmış dışarıyı izliyordum.

Koltuktan kalkıp, havuzun çok daha büyük bir bölümünü gösteren, yine sağ tarafı cam ve, sol tarafında da yol boyunca uzayıp giden, çerçevelerle süslenmiş duvar olan koridorun sonundaki lavaboya girdim.

Ellerimi yıkadıktan sonra boynumdaki yaraya baktım. Bu kadar yaralayabileceğimi düşünmemiştim. Aniden isterik ve sesli bir kahkaha attım aynada boynuma bakarken. Ben kendime böylesine zarar verirken ve bunu farkında olmadan yaparken, Louis'nin bana benden daha iyi bakmasını beklemek saçmalıktı.

Ellerimi kuruladıktan sonra pantolon ve tişörtümü çıkarıp koltuğa uzandım. Çok yakındım, belki dakikalar vardı aramızda şu an. Elimi, bunun düşüncesiyle hızlanan kalbimin üzerine koyarak bacaklarımı kendime çekerek kıvrıldım. Ona ait tek şeydi elim altındaki acıyla çırpınan kalbim. Ve belki de bundan sonra tutunabileceğim tek dalım.

...

Camdan gelen seslerle yavaşça gözlerimi araladım. Birisi hızla yanı başımdaki cama vuruyordu, beynim uyuşmaya başlamıştı. Gözlerimi tamamen açtığımda, yanağını cama yaslamış bir Niall, gözlerimi açtığımı Niall'a söyleyen bir Liam ve Liam'a sakin olmasını söyleyen bir Zayn görmek başta korkutsa da sonrasında istemsizce gülümsemeye başlamıştım. Ayağa kalktığımda, önce üstümdeki tek kumaş parçası olan baksırıma ve sonra da dev camdan büyümüş gözlerle beni izleyen üçlüye baktım. Yastıklardan birini alıp bacaklarımdan aşağı sarkıtırken, kapıya gelmelerini işaret ettim ve onlar kapıya ulaşmadan, kapıyı açıp yatak odama kaçtım. Üstüme hızla siyah eşofman tişört geçirip yanlarına gittiğimde üstüme ilk atlayan Niall olmuştu.

"Sadece sus ve sarıl." Kollarını sımsıkı bana doladığında kısa süre de olsa gerçekten havasız kaldığımı hissetmiştim.

"Tamam, yeter. Sıra bende." Liam Niall'ın kollarını bedenimden kazıyıp hızla açılan boşluğa yerleşti. "Bir daha böyle birşey yaparsan, ne yaparım bilmiyorum." Kollarımı daha sıkı sardığımda yanağımdaki baskıyla zorlukla hareket ederek Niall'a dönüp gülümsedim.

Two hearts in one home | LarryWhere stories live. Discover now