4

1.7K 107 9
                                    

Emre uzattığım telefonu elimden aldı. O, fotoğraflara bakarken ben de onu izliyordum. Canımın diğer yarısı olan adam, benim için benimle birlikte savaşıyordu. Yüzünün her bir santimini aklıma kazımak istercesine inceledim. Hoş, şimdiye kadar çoktan ezberlemiştim ama yetmiyordu ona bakmak. Çok sevmek değildi, bu başka bir şeydi. Kelimeler yetersiz kalıyordu artık anlatmaya. Boynundaki belirginleşen damarından, çatılan kaşlarından, sık sık nefes alıp vermesinden anladım sinirlendiğini.

Şimdi düşünüyordu, aklında kuruyordu sessizce. Ben ise onun sessiz düşüncelerini duyuyordum. O adamlarla nasıl yüz yüze geldiğimi, konuşup, konuşmadığımı, onları nasıl hatırladığımı merak ediyordu. Bunu bilmemek ve orada olmamak ise onu sinirlendiriyordu. Başımı omzuna yasladım ben buradayım demek istercesine. Gözleri kısa bir süre bana döndü. Kokusunu içime çektim. Barut kokusu sinmiş teninden parfümle karışık kokusu huzur veriyordu.

"Uyu biraz, çok yıprandın," dedi Emre başımı yasladığım koluyla beni kendine daha çok çekerek.

Bedenine daha çok sığındım. Ondan güç almak ister gibi. Gözlerimi kapatıp bir süreliğine her şeyi unutmaya karar verdim. Emre ile normal bir yolculuğa çıkıyoruz mesela şu an. Beraber planladığımız, güzel bir tatile çıkıyormuşuz gibi. Gerçi bu yolculuğu da beraber planlamıştık. Düşünme Gamze sadece Emre'nin senin yanında olduğunu bil yeter. Derin bir nefes alıp uyumak için rahatlamaya çalıştım.

Uçaktan gelen anons sesiyle göz kapaklarımı araladım. Ne kadar olduğunu bilmediğim bir zaman dilimi içerisinde uyuyakalmıştım. Huzursuz uykularım, Emre'nin varlığı ile en huzurlu uykularıma dönüşüyordu. Başımı göğsünden kaldırdığımda göz göze geldik.

"Günaydın," dedim tebessüm ederek. "Seninle her an gün ayıyor bana," dedi yeşil gözlerindeki o parıltıları benden esirgemeyerek.

Uçak inişe geçerken, içimdeki endişe yükseldi. Ankara'ya gelmiştik sonunda. Emre'nin elinden tutup, çıkış kapısına ilerledim. Havaalanına girdiğimizde bavulları alıp, dışarıya çıktık. Ankara'nın serin ve puslu havasını içime çektim. Buradan ilk Iğdır'a gidişimi hatırladım. Hiç istemiyordum gitmeyi, hatta uçağa binene kadar her an geri dönebilirdim. Şimdi ise elini tuttuğum adam için iyi ki diyordum. İyi ki gitmeyi kabul etmiştim o şehre ve Kurt'u tanımıştım. Yeni dostlar kazanmıştım, aşkı, sevgiyi tatmıştım. Hayatımda birçok şey değişmişti.

"Ne yapıyoruz?" diye sordum Emre'ye dönerek. Rüzgârda hafif dağılmış saçlarımı kulağımın arkasına itti.

"Kuzenim kendi adına bize bir araba kiraladı. Otoparka bırakmış biz yola çıktığımızda. Arabaya geçelim yolda anlatırım nereye gideceğimizi." Emre'nin her şeyi düşündüğünü tahmin etmeliydim.

"Tamam," demek düştü bana da.

Havaalanının otopark bölümüne geçtiğimizde Emre görevliye plakayı söyledi aracı almak için. Kuzeni anahtarı buraya bırakmıştı. Anahtarı alıp, arabanın yerini öğrendikten sonra elimizde bavullarla birlikte ilerlemeye başladık. Ben Emre'nin küçük tekerlekli bavulunu almıştım, benim büyük bavulum ise ondaydı. Elimdekini de almak istemişti ama elinden tutmak istediğim için itiraz etmiştim.

Arabayı bulduğumuzda bavulları bagaja yerleştirdik. Uçakla geldiğimiz için Emre'nin arabası Iğdır'da kalmıştı. Bilmediğim birçok şey vardı şu anda ve hepsini Kurt'tan öğrenmek için can atıyordum. Arabaya bildiğimizde emniyet kemerini taktım. Kurt arabayı çalıştırdığında beklemeden yola çıktık. Yolu izlerken Ankara'yı o kadar da özlemediğimi fark ettim. Sanırım Iğdır'a bu dört beş ay içerisinde fazlasıyla alışmıştım. Anayola çıktığımızda bizim eve gitmediğimizi anladım, ters yönde ilerliyorduk.

Dağ Başında Aşk (Tamamlandı)Where stories live. Discover now