19.BÖLÜM

2.3K 135 71
                                    

19.BÖLÜM

Bildiğimiz ağaçlar, bildiğimiz toprak, bildiğimiz sokak lambaları, bildiğimiz büyükşehir,... Ama bilmediğimiz dil. İşte bana yurt dışında olduğumu hissettiren şey İspanyolların duyduğum konuşmaları ve sohbet ede ede havaalanından çıkıp taksilere binen turistlerdi.

Utku ve Sarp bavullarımızı bagaja yerleştirirken beyaz lüks arabanın kapılarının ortasında dikelmiş, Madrid'in gecesine göz gezdiriyordum.

Yurt dışını farklı kılacak bir şey aramıştım ama boşunaydı. Çünkü dünyanın herhangi bir yeri her halükarda yine dünyanındı ve bambaşka bir şeyle karşılaşmayacaktım.

Yurt dışına çıkmaya hayranlık besleyerek ne aptallık ediyormuşum. Düşününce insanın kendi ülkesi de yabancılara göre yurt dışı değil midir? Hal böyleyken oralarda yaşamayı çok matah bir şey sanarak neyi amaçlıyordum? İnsanoğlu ne garipti. Hayır, bunun garipliğiyle değil elinde olmayana göz dikmesiyle ilgisi vardı.

Abim ve dayım gurbette yaşamayı davulun sesi uzaktan hoş gelir atasözüyle açıklardı. Öğrencilik hayatı bitince paranın hayattaki önemini kavramıştım ve para her şeyi çözer diye düşündüğümden abime 'Paraları cebe atarken iyi ama.' diyerek göz devirirdim. O sıralarda garsonluğa başlayıp iş hayatının zorluğuyla boğuştuğumdan kendimden oldukça emindim. Abim 'Bayramda fazla mesai ücretini mi seçersin yoksa tatil yapmayı mı?' diye sorduğunda direkt 'Tatil!' demiştim çünkü iş yüzünden hayatsızdım. Abim anlatmaya çalıştığının bu olduğunu ifade etmişti. Yoğun mesai saatlerini kastettiğini sanmıştım ama şu an Türk birilerini görmeyi arzu ederken biraz biraz anlıyordum galiba abimi, üstelik ayakkabımın altında Türkiye'nin tozu duruyorken.

Bambaşka olan yurttu; doğduğun, büyüdüğün, meyvesini yediğin topraklardı. Eğer vatanındaysan cepte beş kuruşsuzken de her şeye sahipsindir. Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı, demiş Mehmet Akif Ersoy.

Sarp'ın sesiyle minik bir irkilme yaşadım. Bagajı kapattıktan hemen sonra bana yine yenge hitabıyla seslenmişti. Utku'yla eş zamanlı olarak sabrımız taştığında Sarp, ne yazık ki Utku'nun ona savurduğu ense tokatından arabanın şoför kapısının yanına kaçarak kurtulmuştu. Sarp'ın henüz tanışmadığımız arkadaşı şoför koltuğundan indiğinde, en az asabı bozulan Utku kadar tokatın ıskalanmasına üzülmüştüm.

O sırada Sarp arkadaşıyla İngilizce konuşmaya başladı. Şaşırdım çünkü araba camından gördüğüm adamın Türk olduğunu sanmıştım. İspanyol adam, önce Sarp'la sonra Utku'yla erkekçe yumruk tokuşturarak selamlaşıp bana başıyla selam verdi. Aynı şekilde karşılık verdikten sonra adam yanımızdan ayrıldı.

Merakım ağır bastığından ''Aaa, arabasını bırakıp nereye gidiyor?'' diye sordum hemen. Sarp'la arasında geçen İngilizce konuşmasını keşke anlayabilseydim.

''Kız arkadaşı aramış. İşten çıkmış, ona uğrayacakmış o yüzden gitmesi gerekti.'' diye açıkladı Sarp.

Fesat düşüncelerimi ifademe yansıtmamaya çalıştım ve farklı bir soru sordum. ''Evine yürüyerek mi gidecek?''

''Şu ya evi.'' dedi Sarp eliyle çok katlı binayı gösterip. Anladım dercesine kafamı salladığımda Utku'ya ''Araba yarın bizde!'' dedi coşkuyla.

''Jose sabah erkenden otele uğrayıp arabasını alacağını söyledi diye hatırlıyorum kardeşim.'' dedi Utku. Ön koltuğa oturmak için bagaj tarafından ileri yürüdüğünde geriye adım atarak yolundan çekilmiştim.

Sarp arabanın tavanına birkaç kez vururken ''Hop, hop, hop.'' dedi ve Utku'nun eli ön kapının kulpunda kaldı. ''Ben kullanmam. Yorgunum.'' Kaputun çevresinden dolanırken ''Geç sürücü koltuğuna.'' dedi.

BİR ZAMANLAR AŞIKTIKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin