22.BÖLÜM

2.7K 148 102
                                    

Bir gün siteye bir girdim ve ne göreyim, bir sürü bildirim :) Azıcık dedektiflik yapınca BZA'yı Watty hikayelerini öneren bir sayfanın paylaştığını gördüm😊 Paylaşan kişiye teşekkürlerimi iletiyor ve aramıza yeni katılanlara hoş geldiniz diyorum. Bölüm günlerimiz düzensiz ve arası uzun ama düzelicez inşallah be🥲 Neyse bölümü teslim edip gideyim ben :)

Keyifli okumalar☁️

~

22.BÖLÜM

İspanyol hemşire, elimin üzerindeki intraketi damarımdan çıkartırken azıcık canımı acıttı ama esneyişimi sızıdan daha çok umursadım.

Serum takılmayan elimin tersiyle ağzımı kapattıktan sonra hemşireye ''Teşekkürler.'' dedim. Hemşirenin bir şeyi çözmeye çalışan ifadesi bana yurt dışında olduğumu hatırlatınca ''Ay, yani thanks.'' dedim.

Hemşire nazikçe gülümseyip bana ''Not at all.'' dedi. Ortasında oturduğum sedyeden uzaklaşmadan önce beyaz renkli yarım perdeyi geri örttü.

J şeklinde etrafımı çevreleyen mahremiyet perdesinin arasında sıkıntıyla yanaklarımı şişirdim. Ay yani, demek nedir? Ayak parmağımla az ötedeki sandaletimi kendime çekerken kadınla nasıl olsa bir daha karşılaşmayacağımı düşünerek içimi rahatlatıyordum.

Eğilip sandaletimin tokasını bağladığım sırada aklıma sandaletimin çıkarıldığı an geldi. Hayal meyal de olsa Utku'nun beni koştur koştur revire getirdiğini, sedyeye yatırıldığımı ve sandaletimi çıkarırken kulağıma dolan İngilizce konuşmalarını hatırlıyordum o yüzden hastane perdesi, sinema perdesine dönüşmüştü şu anda.

Gözlerimin dalışını kesip sandaletimin tokalarını hızlı hızlı bağladım. Sırtımı doğrulturken serumun takıldığı el üstümdeki sabitleme bandının izini tırnağımla soymaya çalışıyordum. Ne kadar tırmaladıysam da yapışkan cildimden tamamen soyulmadı, ben de sabunla çıkarmaya karar vererek uğraşmayı kestim çünkü esmer olsam da tenimde tahrişin kızarıklığı belli oluyordu.

Sedyeden kalktım. Kalkmadan önce hemşirenin bana verdiği notu elime almıştım. Utku'nun el yazısını yeniden okudum.

Eğer uyandıysan telaş yapma. Kaydıraksız havuzun çevresindeki bahçedeyim, armut koltuklardan yeri seçersin ama kımıldama. Lütfen, Zehra. 20-25 dakikalığına hava almaya çıktım, döneceğim hemen.

''Pimpirikli.'' diye mırıldanıp kağıdı buruştururken gözlerimi devirdim. 5 yaşında çocuk muydum da kaybolayım. Ki otelin içindeydim, nasıl kaybolabilirdim?

Kafamı iki yana hafifçe sallarken yarım perdeyi açtım. Masasında deftere bir şeyler karalayan -sanırım çıkışımı- hemşire, perde rayından çıkan sese başını kaldırdı. Ne diyeceğimi bilemedim ama sonra zaten A1 İngilizceyle bir şey diyemeyeceğimi fark edince gülümsemekle yetindim.

İki adım atmıştım ki hemşire beni durdurdu. ''Miss Koçak? Sit down, please. Stay there...'' diye başlayıp ilerisinde birkaç cümle daha kurmuştu ama ne dediğini anlamadım. Fakat 'Mister Özden' deyişi her şeyi rayına oturtmuştu.

Bunaltıyla nefes verip ''Hemşireyi tembihlemiş ya.'' dedim ağzımın içinde. Hemşirenin sorar gözleriyle kesiştiğimde ''No problem.'' dedim kadına. Anladı mı? Anladı. Yeterliydi ama keşke telefonum yanımda olsaydı.

Hemşire, İngilizce olarak birkaç şey daha söyledi ama kulağımı kelime seçmeye odaklamadığım için anlamadım. Ona İngilizcemin kötü olduğunu ve gerisinde tekrar sıkıntı olmadığını söyledim. Bir de otelde olduğumu belirttim. Bence otelde olduğumu belirterek kaybolamayacağımı ifade etmiştim.

BİR ZAMANLAR AŞIKTIKWhere stories live. Discover now