20.BÖLÜM

2.3K 122 69
                                    

20.BÖLÜM

Restorana adım atmadan, hatta üç katlı olduğunu öğrendiğimde, mekanın şaşalı olduğunu öngörmüştüm ama böylesi... Vay. Cidden vay. Lüks restoranları diziler dışında gerçek hayatta görebilme ihtimalim az da olsa vardı ama ultra lüks olanlarında bulunacağım aklımın ucundan geçmezdi.

Restoranın içinde ağaç vardı.

Teras katı olan üçüncü katındaydık ve katın tam ortasında kalın gövdeli bir ağaç vardı. Restoranın cam tavanı yüksek olduğundan dalları özgürce saçılmıştı. Mimar, kenarlarda olduğu gibi tavanda da füme camı tercih etmişti. Masadaki kadehleri, çelik çatal bıçakları, porselen yemek takımını sadece tavandan sarkan ihtişamlı kristal avizeler parıldatmıyordu; yıldızların ışıltısı da konmuştu.

İki aşık için oldukça romantik bir ortam diyebilirdim çünkü restoranın yüksek bir konumda bulunması Madrid'i ayaklar altına seriyordu. Yıldızların altında sevdiğiniz insanla yemek yerken bir yandan şehri seyretmek ilişkiye muazzam bir anı oluştururdu.

Avuç içlerimi oturduğum kapitoneli kadife tekli koltukta -sandalye değil, evet- gezdirirken Sarp'ın ''Sen de seç istersen.'' dediğini duydum.

''Hım?'' diye ses çıkarırken restoranın hapsolduğum görkeminden çıkmıştım. Sipariş almak için bekleyen garsona ve önüme konmuş kalın kapaklı menüye bakarken yapboz parçaları birleşti. Menünün suni derili kapağını açarken düşündüğüm şey bir menüye göre fazla sayfasının olmasıydı; sebebini her yemeğin kocaman fotoğrafla desteklenmesine yordum. Müşteriye -özellikle turistlere- yararlı bir satış stratejisiydi.

Yazılar kadar yemeklerin de bana yabancı oluşunu geç kavradığımda çareyi ''İspanya'nın en meşhur yemeği nedir?'' demekte buldum. Garsonu daha fazla bekletmek de istemedim.

Sarp ''En meşhur...'' derken düşünceli bir tavırla son heceyi uzatmıştı. O, zihninde ufak bir tarama yaptığında gözlerim yine fıldır fıldır etrafta dolanıyordu. Fakat bu sefer bakışlarım masalardaki yemeklerdeydi. Şık sunumuna bakılırsa burası ihtişamı dışında müşteri memnuniyetinde başarılı olduğu için de insan çekiyordu. ''Paella'ya ne dersin?'' diye sordu önerdiği yemek hakkında en ufak bir fikrim yokken.

''Fark etmez.'' deyip omuz silktim. ''Domuz eti içermemesi yeterli.'' Yemekte seçicilik yapmazdım.

Sarp siparişi garsona İspanyolca bildirdi. Garson menüleri alırken saygıyla baş selamı yapıp masadan uzaklaştı.

''Başka bir siparişin varsa garsonu uzaklaşmadan çevireyim.'' diyen Sarp'a anlamayan gözlerle baktım. ''Arkasından bakakalınca bir şey ekleteceksin diye düşündüm.''

''Ha yok.'' Garsona değil, giriş kapısına bakmıştım. ''Siparişi vermek için Utku'yu mu bekleseydik?'' Kapalı otoparkta sıraya yakalanınca içeride boş yer kalmaması sebebiyle kapıdan geri çevrilmek istememiştik ve önerimle masa kapmak için Sarp'la arabadan inmiştik. Masaya oturalı 10 dakika olmuştur. Utku neden hala gelmedi ki?

''Utku'nun vereceği sipariş gazpacho olacak her türlü.'' dedi Sarp. ''Ona vakit kazandırdım, masaya vardığında önüne yemeği gelmiş olur.''

''Gazpacho mu? O nasıl bir yemek?''

''Sebze çorbası kısaca. Soğuk servis edilir ama. Biraz tortumsu kıvamı var, tam sıvı değil.''

''Utku ve sebze çorbası? Sebze? Bildiğimiz sebze?'' Utku gibi etçil bir insan nasıl olur da... Yıllar onu bayağı değiştirmiş.

''Hafızan kuvvetliymiş.'' diyen Sarp'ı alttan keyif sarmıştı. Karşımda oturanın onun arkadaşı olduğunu kendime hatırlattım. Onun duydukları Utku'ya ulaşırdı.

BİR ZAMANLAR AŞIKTIKDove le storie prendono vita. Scoprilo ora