Bölüm 7

2.5K 165 3
                                    

Amara apar topar çadırından çıkıp biraz ötesindeki kamp ateşinin etrafını saran insanların yanına doğru gitti. Adamın elini sabah görmüştü. Ne olduğunu az çok tahmin ediyordu. Fakat yine de görmek istemişti.

Prensesi gören askerler şaşkınlıkla geriye çekildiler. Dev adam yerde yatıyor, yüzünden boncuk boncuk terler akarken inleyerek kıvranıyordu. Eli balon gibi şişmiş, iğrenç bir yara avucunun içinde zonkluyordu.

"Size rahatsızlık verdiğimiz için üzgünüz prenses, çadırınıza dönün isterseniz," dedi kralın sesi. Amara gözlerini adamdan ayırıp krala döndü. Genç kral da yatağından fırlamıştı anlaşılan. Siyah ipek pijamalarının üzerine koyu renkli bir pelerin geçirmişti. Kumral saçları yan yatmış, gözleri uykulu, yüzü ise yorgundu.

"Hekiminiz var mı?"

Kral, prensesin sorusuyla birden kalakaldı. "Vardı," dedi birden. "Burgonya'da bıraktık. Neden..."

"Sakın yapma!"

Amara'nın çığlığı ile Gavril'in eline kızgın bir demiri basacak olan asker duraksadı. Şaşkınlıkla genç kıza döndü ve hemen ardından krala baktı. Amara herkesin ona bakmasından ötürü bir an kızarsa da kendini açıklama ihtiyacı hissederek krala döndü.

"Elini dağlarsanız, bir daha kullanamaz. Doğru tedaviyi biliyorum, izin verirseniz..."

Kralın kaşları inanamazcasına havaya kalktı. "Doğru tedaviyi biliyor musunuz? Prenses..."

"Arzova'da hemşirelik yapıyordum. Bana inanın ne yaptığımı iyi biliyorum. İzin verirseniz..."

Alastair kuşkuyla genç kızı inceledi. Bir prenses nasıl olurdu da hemşirelik gibi bir iş yapabilirdi? Hem de kendisini aşağılayan bir askeri neden kurtarmak istesindi ki? Yoksa farklı bir amacı mı vardı? İyi de Gavril'e zarar vermek neyine yarayacak ki diye düşündü kendi kendine. İntikam? Bu pek olası görünmüyordu. Prenses kocaman açtığı gözleriyle çok masum niyetlerle hareket ediyor gibi davranıyordu. İyi bir oyuncu değilse tabii.

"Pekala prenses. Nasıl isterseniz? İstediğiniz başka bir şey..."

"En sert içkinizi istiyorum, belki biraz tuz, varsa buz. Bir hançer. Bir de mutlaka iğne iplik."

Söyler söylemez istedikleri hemen getirildi. Amara yanında diz çöktüğünde dev kendinde değil gibiydi. Kimseden çıt çıkmıyor, merakla genç kızı izliyorlardı.

"Onu tutmanıza ihtiyacım var."

İki güçlü asker Gavril'in başına geldi. Birisi kollarından, diğeri de ayaklarından tuttu. Amara dikkatle içkiyi iltihaplı yaranın üzerine döktü. Ardından hançeri alarak biraz da bıçağın üzerine döktü. Sonra da eli bile titremeden iltihaplı yarayı kesmeye başladı.

Gavril acıyla ulumaya, vahşi bir hayvan gibi debelenmeye başladı. Amara onun tepinmelerinden ötürü zorlansa da bir an bile durmadan kesmeye devam etti. Yaradan kanlı, sarı renkte iltihap akıyordu. Tüm iltihabı akıtması oldukça zor olmuştu. Gavril'in haykırışlarına rağmen başardı. Buz yoktu, onun yerine yaraya tuz döktü. Elleri, pelerini kan içinde kalmıştı ama o bunu pek umursuyor gibi değildi. Aynı işlemi elin tersine uyguladı. Gavril en sonunda kendinden geçerek yarı baygın bir şekilde yığılmıştı.

Prenses bir süre yarayı kontrol ettikten sonra çok dikkatli bir şekilde yaralara dikiş atmaya başladı. Sessizdi, tamamıyla işine odaklanmıştı ve hızlıydı. Bunu defalarca yaptığı çok belliydi.

En sonunda işi bittiğinde neredeyse şafak sökmek üzereydi. Adamın elini temiz bir sargıyla sarıp bıraktığı anda ne kadar yorulduğu hissetti. Başını kaldırdığında kalabalığın pür dikkat içerisinde onu izlediğini gördü.

Ne diyeceğini bilemeden öylece durdu. Kral da ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Oldukça şaşkın duruyordu. Amara'nın sanki üçüncü bir gözü varmış gibi garip bir ifadeyle bakıyordu yüzüne. Yavaşça ayağa kalktı. Artık çadırına gitmek, temizlenmek ve yarım kalan uykusuna dönmek istiyordu.

"Zaman alacak ama iyileşecek," dedi. İçinden umarım diye eklemişti. Dikiş atmak, yara temizlemek, hatta cerrahi işlemler yapmak alışkın olduğu şeylerdi ama genelde hekimlere yardım etmişti. Doğru dikişi attığından emin değildi. Hatırladığı kadarıyla yapmaya çalışmıştı. Eskisinden daha kötü olamaz yine de diye geçirdi içinden.

Alastair takdirle başını eğdi. "Teşekkür ederim, prenses. Buyrun, çadırınıza dönüp biraz dinlenin. Yola sabah değil de öğlen çıkarız."

Çadırına döndüğünde hizmetçileri onun elini yüzünü yıkamasına yardım ettiler. Kan içinde kalan pelerinini çıkardılar. Hiç konuşmadan kendini yatağa attı ve deliksiz bir uykuya daldı.

Uyandığında sanki hiç uyumamış gibi bir ağrı hissediyordu başında. Ağzı kuruydu ve gözlerini açmakta zorlanıyordu.

"Kral kahvaltıya sizi de davet etti hanımım," diyordu hizmetçisi. Fakat kızın sesini çok uzaklardan duyuyor gibiydi. Sendeleyerek ayağa kalktı ve içi su dolu tasa eğilip yüzünü yıkadı. Artık gözlerini açabilse de zihni hala uykuda gibi ağırdı.

Yine de yarım saat sonra kralın çadırındaki sofrada oturmuş Burgonya'daki aynı sessizliği paylaşarak kahvaltısını yapıyordu. Üzerinde yine siyah elbisesi vardı. Gözlerinin altında koyu halkalar belirmiş, yüzü uykusuzluktan beyazlamıştı. Kral yine onla hiç ilgilenmeden bir yandan çayını içiyor bir yandan da kitabını okuyordu. Bir ara kitaba kaydı bakışları. Ne hakkında olduğunu merak ediyordu. Keşke kendisinin okuyabileceği bir kitabı olsaydı.

Kahvaltısını bitirdiğinde kral da kitabını kapattı ve dün sabahki gibi yeniden hafifçe öne doğru eğilerek doğrudan Amara'ya dikti yeşil gözlerini.

"Doğrusu beni şaşırttınız," dedi aniden. "Hemşirelik eğitiminizi tam olarak nasıl aldığınızı söyler misiniz?"

"Savaş sırasında hekimlere yardım ederek öğrendim."

Alastair anlayışla başını salladı. "Şaşkınlığımı bağışlayın. İnsan her zaman hemşirelik yapan bir prenses görmüyor."

Amara'nın yüzünde acı bir tebessüm belirdi. "Hayat şartları bunu gerektirdi. Sizin sayenizde."

Bu küstah cevabın ardından Alastair hafifçe gülümsedi. Amara, kralın bu cevaba vereceği tepkiyi gerginlikle bekledi ama genç adam cevap vermedi. Bunun üzerine cesaretini toplayarak derin bir nefes aldı.

"Majesteleri," dedi alçak sesle. "Aileme mektup yazabilir miyim? Misafiriniz olduğumu söylemiştiniz. Umarım bu tanımın içerisinde ailemle iletişim kurma özgürlüğüm de vardır."

Alastair ilgisizce ayağa kalktı. Yüzündeki ifadesizlikten dolayı Amara bir an onun kendisini duymadığını sandı. Fakat genç adam, prensesi duymuştu. "Tabii ki prenses. Emrinize bir ulak vereceğimden emin olabilirsiniz."

Amara rahatlayacak sandalyesinde yaslandı. Evlendiğinden beridir ailesiyle iletişim kuramıyordu. Zayden mektuplarının gitmesine izin vermiyordu. Üstelik kral Alastair'in son zaferinin ve onun misafiri oluşunun ülkesinde nelere mal olduğunu öğrenmeliydi. Kralın ayaklandığını görünce o da ayağa kalktı. Zarif bir reverans sundu.

"Teşekkür ederim majesteleri."

Alastair önemli bir şey değilmiş gibi elini salladı. "Hazırsanız yola çıkalım artık. Normalde bu kadar insafsız davranmam yolculuk sırasında. Çok sık mola vermediğimizin farkındayım. Kusura bakmayın. Bir an önce ülkeme dönmek istiyorum."

Genç kız, kralın huzurundan çekilip çadırına dönerken ben de ülkeme dönmek istiyorum diye düşündü kederle. Fakat artık Arzova'ya dönebileceğinden emin değildi.

Arzovalı AmaraWhere stories live. Discover now