Bölüm 29

1.2K 165 41
                                    

Alastair hoşnutsuz bir tavırla çakıl taşlarının üzerinde yol alan arabayı izliyordu. Araba yavaşlayıp durduğunda dışarıya çıkan ilk kişi Gavril olmuştu. Onun kılığını baştan ayağa süzerek bir kaşını sorgularcasına havaya kaldırdı. Gavril rahatsız bir tavırla kralının önünde eğildi. Ardından kraliçenin inmesi için elini kapıya doğru uzattı.

Genç kadın dışarıya çıktığı anda Alastair için zaman durmuştu sanki. Amara'yı neredeyse dört gündür görmemişti ve şimdi karşısında durduğu zaman anlıyordu ki, onu sandığından çok özlemişti.

Amara gündelik, sade bir elbise giymişti. Belli ki dikkat çekmek istememişti. Bu çabasına rağmen gökten düşmüş bir melek gibi parlıyordu. Uzun kolları tülden dikilmiş, inci beyazı elbisesinde leylak rengi ve uçuk mavi çiçek desenleri vardı. Omuzlarına elbisesindeki çiçeklerle uyumlu leylak renginde bir şal almıştı. Boynuna uçuk pembe bir kurdele takmıştı. Kurdelenin ortasında inci ve pırlantalarla donatılmış küçük, yuvarlak bir halka vardı. Koyu kestane saçları her zamanki gibi omuzlarından aşağıya, beline kadar dökülüyordu.

Güzelliği nefes kesiciydi. Hatta acı verici. O an Alastair'in aklında olan tek şey kimsenin varlığına aldırmadan genç kadının ince beline dolanıp narin vücudunu, ateşler içindeki kendi bedenine yaslamak ve kalp şeklindeki dudaklarını hırpalarcasına öpmekti. Bir yanda da genç kadının kendisinde yarattığı etkiye hayret ediyordu.

Aynı karmaşayı Amara'da içinde yaşıyordu. Genç adamın her hareketini kıskıvrak yakalayan bakışları altında ruhu kıvranıyordu. Onu kafasından çıkarmaya karar vermiş olsa da karşısında gördüğü andan itibaren dörtnala koşan kalbine nasıl engel olacağını bilmiyordu. Tenini yakan yeşil hareli gözlerinin önünde ayakta durmayı nasıl başarabiliyordu, onu bile bilmiyordu.

Çevresindekilerin önünde saygıyla eğildiklerini fark etmemişti bile. Lord Theron, malikesine teşrif ederek kendisini onurlandırdığına dair bir şeyler söylüyordu ama onu duymuyordu. Alastair ile birbirlerine kilitlenmişlerdi. Birden titrek bir nefes alıp başını çevirdi ve onun gözlerinden koptu. Bunu yapmazsa Alastair'in herkesin içinde onu kollarına hapsedeceğinden korkmuştu. Öyle bir bakıyordu ki ona...

Lord Theron kırklarının sonlarında, mavi gözlü, aralarına birkaç beyaz telin düştüğü fırça gibi kısa saçlarıyla yaşıtlarına göre hoş ve dinç bir adamdı. Yüzünün ortasındaki kartal gagası gibi uzun burnu ona tekinsiz bir hava katıyordu. Nezaketine ve tüm saygısına rağmen genç kadın, adamda yanlış bir şeyler olduğu hissine kapıldı nedense. Tüm o saygıdeğer tavırlarının altında Amara'yı pek de ciddiye almıyormuş gibi bir tavır olduğunu hissediyordu.

Adama nazik ama sıcaklıktan uzak bir gülümseme bahşetti. Başka da tek kelime etmedi. Bakışları etrafı kolaçan ediyor, Zaria'yı arıyordu. Ona çok benzeyen sarışın, hoş bir kadın ve yanındaki kumral saçlı adam dışında Zaria'ya dair bir belirti yoktu. Muhtemelen bu kadınla erkek de Zaria'nın anne ve babası olmalıydı.

Alastair yanına gelip de bir elini beline dolayıp yanağına sıcacık bir öpücük kondurduğunda bir an dengesi bozulacak gibi oldu. İnsanın içine sinen ve genç kadının bedenine hapsetmek istediği erkeksi kokusu tüm benliğini ele geçirmişti. Ona karşı böylesi güçlü duygular hissediyor olması dehşet vericiydi.

"Geleceğini bilmiyordum," diye mırıldandı alçak sesle Alastair.

Amara o anda neden Alastair'i aklından çıkarması gerektiğini anımsadı. Sırtını dikleştirdi ve buz gibi bir bakışla, "Ben de," diye mırıldandı.

Alastair bir şey demeden yalnızca başını öne doğru eğdi. Genç kadın, adamın çene kaslarını sıktığını fark etti. Sert bakışları Gavril'in üzerindeydi.

Arzovalı AmaraWhere stories live. Discover now