MAHRU

156 15 5
                                    


Yüreğe çöken karanlık ruhu incitir.

Bir kaç metre ilerimizde Zarah yazılı tabela görüş alanımıza girmişti. Yol kenarına park edilmiş araçların çokluğu göze çarparken arabayı iki arabanın ortasına park ettiğin de hiç bir şey söylemeden arabadan inmişti. Şehire girmeden uçsuz bucaksız gibi görünen bir yere arabayı neden park etmişti ki. Arabanın hemen önünde karşı tarafta duran gri arabayı gözleriyle abluka altına almayı bırakıp bana ufak bir bakış attığın da arabadan inmem gerektiğini anlamıştım. Madem inecektim hiçbir şey söylemeden inmek acaba ne anlama geliyordu. Yavaşça inip onun yanında yerimi aldığım da başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım.
Kendimi bulduğum bakışları, çehresine her baktığım da tefekkür ettiğim bu adam umarım şüphelerimi boşa çıkarırdı. Umarım ondan şüphe ettiğim için ben kendimden utanırım.

Yüzüne bakmama bir anlam verememiş olacak ki hafifçe kaslarını çattı. Eminim kaşlarını çattığının bile farkında değildi.

"Neden burada durduk?"

Bir yandan da arabalarından inip park eden,yürüyerek şehire doğru ilerleyen insanlara bakıyordum.

"Şehire araçla girmek yasak."

"Neden ki?"

"Savaş bu toprakları mesken ettiğinden beri onlardan izin almadan nefes almak bile yasak. O yüzden bu da yasak."

Gerçek bu olabilirdi ama ne gerek vardı bu denli sert ve açıklamalı konuşmaya.

"Anladım."

Cevap vermeyip yürümeye başladığında onu takip etmeye alışkın olan benliğim hızla ona ayak uydurmuş tu.

Çok geçmeden insanların kaygılarıyla, mutluluklarıyla, huzurlarıyla, öfkeleriyle ve nice duygularıyla sahiplendiği Zarah şehrinin geniş ve 21. yüzyıl da olmasına rağmen hâlâ tarihi dönemleri andıran sokaklarındaydık. Fotoğraflardan daha güzeldi. Yoksul olsa bile her yer temizdi. Genellikle inasnalr yoksul olanların temiz olmadığını söyleyip böyle bir önyargı da bulunurlar. Fakat Zarah şiir gibi bir şehirdi. Bana göre dünyanın en güzel başkenti idi.
Sokak satıcılarının sesleri insan kalabalığın dan ayırt edilemiyordu. Kendimi kalabalığın yanlızlığına öyle bir kaptırmıştım ki elimi kavrayan parmaklarla yerimde sıçradım. Duraklayarak ona döndüğüm de katı yüz ifadesi ile bana bakıyordu. Parmaklarının arasından elimi kurtarmak için hareket ettirdiğim de buna izin vermeyip elimi eliyle daha da kavradı. Elimi tutmasının bende ki yerini bilseydi elimi tutabilir miydi ki? Beni ne duygulara sürüklediğini zerre bilmezken elimi tutmaya devam etmesine izin veremezdim. En çok da insanların hayatına son veren elini tutmak canımı yakıyordu.

"Bırakır mısın?"

"Başına buyruk yürümeye devam edersen kaybolacaksın."

"Bunun için elimi mi tutman gerekiyor?"

Zemheri bakışları alev alırken dudaklarını araladı.

"Nur, beni yoruyorsun."

Kalabalığın sesinden keskin bir fısıltıyla bana ulaşan sözlerinin gerçekliğine inanmak istercesine yüzüne bakıp kirpiklerimi kırpıştırdım. Peki o beni ne denli yorduğunun farkında mıydı? Asla. Ve hiç bir zaman bunun farkına varamayacaktı.

FİZÂNİWhere stories live. Discover now