YABANCI

236 26 1
                                    

Zayn'nin neşeyle güldüğünü duyduğum da dış kapıyı açıp dışarı çıktım. Yüzümü okşayan rüzgarla derin bir nefes aldığımda bahçede ki çınar ağacının altında Şems ile Zayn oturuyordu. Dudaklarıma yayılan tebessümle onlara yaklaştım. Şems koşarak bana sarıldığında aynı içtenlikle ona karşılık verdim.

"Nur abla gidelim mi?"

"Gidelim"dediğimde Şems bu durumdan hiç hoşnut olmamıştı.

"Ben de sizinle geleceğim."

Zayn araya girmeden Ahsa pencereden Şems'e çağırmıştı.

"Şems yemek yemen gerekiyor."

Şems küçük omuzlarını silkerek "Bende onlarla gitmek istiyorum."dediğinde Ahsa gülümsedi.

"Şimdi yemeğini ye sonra yine beraber gidersiniz."

Şems annesinin tatlılıkla söylediği sözlere boyun eğerek eve doğru ilerledi. Kaldığım odanın penceresinden görünen patika yoldan yürümeye başladık. Zayn elinde ki sapanını sallayarak önümde ilerliyordu. Patika son bulup geniş bir yola çıktığımızda karşımıza tek katlı bir ev çıktı. Bahçesinde çıkan yabani otlardan anlaşıldığı kadarıyla uzun süredir kimse bakım yapmamıştı. Toprak yolda ilerlemeye başladığımız da Zayn önümde yürümeyi bırakıp yanımda yürümeye başlamıştı.
Kuş cıvıltılarından başka hiçbir ses yoktu. Yolun kenarında üç katlı evin önünde evin önünde duran Zayn ile bende durmuştum.

"Burası Kalender dedenin evi geçtiğimiz ev ise onun kız kardeşinin eviydi o evde yaşayanların hiçbiri hayatta değil!"

Zayn bal rengi gözlerini kırpıştırarak yürümeye devam etti. Bu kadar soğuk kanlı bir çocuk olmasını takdir etmiştim. Savaş insanı soğuk kanlı bir insan mı yapıyordu. Yoksa savaşa alışmış olmak soğuk kanlılık mı yapıyordu. Çok fazla ilerlemeden karşımıza yan yana duran iki ev çıkmıştı.

"Birinci ev Dua ablanın evi ikinci ev ise Abdülvehhab amcaların evi."

Her evin kendine ait küçük bir bahçesi vardı. Bütün evlerin dışı buraya özgü bir şekilde inşa edilmişti.

Evlerin olduğu yerleri arkamızda bıraktığımız da beton döşenmiş olan kocaman bir alan gelmiştik.

Bu alanda iki yol ayrımı vardı. Biri ağaçlarla kaplı olan yol diğeri ise kasabanın merkezine inen yoldu. Yüzlerce eve biraz yüksekten bakan bu evler sanırım kasabanın mahallesiydi.
Kasabada birkaç ev yıkılmış ve çoğunun ise hasarlı olduğu göze çarpıyordu.

"Burası da arkadaşlarımla oyunlar oynardık."

"Sanırım şimdi oyun oynayamıyorsunuz?"

Gözlerinde ki hüznü gizleyememişti.

"Birkaçı ülkeden gitti, diğerlerinden ise aileleriyle birlikte haber alamadık.   Aslında beni de alıp götürmek istediler ama dayım buna izin vermedi."

On dört yaşında ki bir çocuk için yaşadıkları oldukça ağırdı. On dört yaşımdayken okula gitmek için her gün ne giyeceğimi seçmeyi dert edinen bir kız değildim. Ama şikayet ettiğim şeyler olurdu. Yaşıtlarımın çoğu her şeyi şikayet ederdi. Sanırım fazla bolluk ve rahatlık insanı şikayete sürüklüyordu. İnsan sahip olduklarına yetinmeyip daha çoğunu isteyen bir varlıktı. Neyse ki annem bolluk içinde yaşarken şikayet etmeyi değil de şükretmeyi öğretmişti.

FİZÂNİWhere stories live. Discover now