26. Bölüm

3.6K 161 53
                                    

Nazlı Demirkan'dan

Nefes al, nefes ver.

Sadece bir kâbus geçecek.

Nefes al, nefes ver.

Her kâbus eninde sonunda biter.

Nefes al, nefes ver.

Ya bitmezse? O zaman ne yapacaksın?

Parmaklarım karıncalanıyor, yaşlardan dolayı görüşüm bulanıklaşıyordu, almaya çalıştığım her nefes ciğerlerime ulaşmıyor boğazımdaki düğüme takılıp gidiyormuş gibi hissediyordum. Oysa odanın camı sonuna kadar açıktı ve ben dakikalardır böyle hissetmeme rağmen yaşamaya devam ediyordum.

Zaten ne zaman neyi istersem tam tersi olurdu. Ölmek istediğim an, yaşama en çok tutunduğum andı.

Aklım savaş yeriyken olduğum yerden kımıldayacak halim bile yoktu.

Ben niye böyleydim? Niye istediğimle olan birbirini asla tutmazdı? Çarşamba doğan çocuklar dertli olur safsatasından mıydı?

“Nazlı kendini böyle bırakma yengem.” Kader elindeki ıslak bezi alnımda götürdüğünde sıcak bedenim bezin soğukluğuyla titredi. Kendimi hafifçe geri çektiğimde Kader'in tek çizgi duran dudakları kederli kederli kıvrıldı. Sanki onun da elinden fiziksel olarak beni toparlamak dışında bir şey gelmiyor gibi. Gelmiyordu da.

Burada sözü babalar söyler geri kalan ise harfiyen uyardı. Kader de böyle gelmişti bu eve. Babası “Nazım'la evleneceksin,” demiş o da gelmişti. Ama o ağabeyimi seviyordu, ağabeyim de onu.

Ben ise hayatımda sadece üç kez gördüğüm, son gördüğümde ise on yedi yaşında olduğum adamın biriyle evlenmek zorundaydım.

Çünkü Kader'in babasının kızına ağabeyimi uygun gördüğü gibi, babam da bana askerlik arkadaşının oğlunu uygun görmüştü.

Sonra da karşıma geçmiş, sanki bir borcumu ödeme vaktim gelmiş gibi alacaklı bir edayla “Seni okuttuk ettik, aç bırakmadık, açıkta bırakmadık.” demiş ve kendi uygun gördüğü kişiyle evlenmemi istemişti.

Bugüne kadar hiç aşık olmamıştım.

Ama hep bunun nasıl olacağını merak ediyordum. Aşk vardı. Onca filmler, diziler boşuna yapılmamış, kitaplar boşuna yazılmış olmamalıydı. Aşktı Romeo ve Juliet'i öldüren, aşktı önyargıları yıkan. İnsanoğlu teknoloji konusunda ne kadar gelişirse gelişsin olmayan bir duyguyu var edebileceğine ya da varmış gibi göstereceğine inanmıyordum. Aşk sahte olamazdı ve bir yerlerde sahiden de yaşanıyordu. Belki ben de bir gün kendi aşkımı yaşarım diye düşünüyordum hep.
Bu düşünce bile kalbimin hızla çarpmasına, yanaklarımın utançla kızarmasına yetiyordu.

Hep okulum bittikten sonra İstanbul'a giderim, orada bir işe başlarım ve hayatımın aşkıyla da orada tanışırım diye düşünmüştüm. Belki iş arkadaşım olurdu ya da kapı komşum ya da her gün gittiğim kafedeki garson çocuk.

Her günümüzü birlikte geçirir, yaptığımız her şeyden keyif alır, birbirimize yaşadığımız en ufak olayı anlatmak için yanıp tutuşur, birbirimiz hakkındaki en ince detayı bile ezbere bilirdik.

Mesela o benim her daim tuvalimin karşısına alıp resmini çizeceğim modelim olurdu. Her türlü boyayla onun her halini her seferinde daha iyi şekilde resmetmeye çalışırdım. Öylece oturmaktan sıkılsa da sonunda tuvaldeki resmine bakmak için içi heyecanla dolardı.

ama evlisin |gay| •bxb•Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang