40. Bölüm

2.1K 170 31
                                    

"Mahir! Mahir uyan!" Kolumun  dürtülmesiyle gözlerimi zar zor aralamaya çalıştım. Beceremeyince gözlerimi yeniden daha sıkı kapattım ama bu Tuğrul'un sesini duymamı engelleyemedi. "Mahir kar yağıyor, uyan!" Yatakta zıplamaya başladığında oflayarak gözlerimi araladım. Ekim ayına yeni girmiştik, bu ayda ne karıydı yahu?

Tuğrul bir çocuk gibi gülümseyerek yatağın üzerinde zıplamaya devam ederken dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Kim derdi bu adamın otuz bir yaşında olduğunu? Bu haldeyken beş yaşından bir gün daha büyük gözükmüyordu. "Kar yağıyor Mahir! Kar yağıyor!"

"Tamam Tuğrul..." Yattığım yerde doğrulurken uykulu gözlerle yüzüne bakmayı sürdürdüm. Uykuluyken beynim çalışmıyordu. "Kar... Tamam..." Esnediğimde yanıma çöktü ve kollarını belime dolayıp başını boynuma gömdü. Gülümsemem büyürken ellerimi koyu kahve saçlarına atıp okşadım.

"Kahvaltıdan sonra kartopu oynamaya çıkalım mı? Kardan adam da yaparız." dedi çocuksu bir hevesle. Kışı sevmezdi ama kara bayılırdı. Kendi içinde sevdiği şeyler bile bu kadar tezatken yıllar boyunca sadece beni sevebilmesi bazen garip geliyordu.

"Olur," dedim. "Çıkarız."

Başını boynumdan çekip dudaklarımı öptü, hemen ardından hızla çekildi. "Benim güneşimin uykusunun açılması gerekiyor sanırım biraz."diye mırıldandığında başımı salladım. Dün çocuklarla gecenin bir saatine kadar oturduğumuz ve Tuğrul sabah sabah beni uyandırdığı için uykumu iyi alamamıştım. Belirli bir iş beraberinde belirli bir düzen de getiriyordu. Öğretmen olduktan sonra ben de kendi düzenimi işime göre kurmuştum. Genelde erken uyurdum, vücudum buna alıştığından geç uyuduğum zaman ne kadar uyusam da uykumu yeterince alamamış olurdum.

Karnımda gelen seslerle ofladım. Acıkmıştım sanırım. Bu ara çok mu yemek yiyordum acaba? Acıkma hissi bazen çok sık geliyordu, bundan hoşlanmıyordum.

"Acıktım." diye mırıldandığımda Tuğrul uzanıp yanağımı öptü. "Kahvaltıya inelim o zaman?"

"Saat kaç ki?" Yeniden esnediğimde elimi ağzıma kapattım. Başımı yana çevirip dolabın aynasından yüzümü inceledim. Gözlerim yorgun görünüyordu, saçlarım birbirine karışmıştı. Çirkin gözüküyordum. "Dokuz kırk yedi."

"On buçuğa kadar biraz daha uyuyalım mı? Hem herkes uyuyordur şimdi. Geç de yattık." Yeniden yatağa uzandığımda cevabını beklemeden Tuğrul'u da yanıma çektim. Kollarını belime sararken, "Ama kartopu oynayacağız değil mi?" diye sordu hevesle. Adam İzmirliydi sonuçta. Böyle heveslenmesi normaldi.

"Oynarız ışığım benim." diye mırıldandım sevimliliğine dayanamayıp yanağını öperken. "Biz uyanana kadar kar tutar belki. O zaman kalkıp çıkarız."

"Tamam," dedi sakince. "Çıkalım."

***

"Çocuklar yavaş yavaş yürüyün koşturmayın. Kayıp düşeceksiniz şimdi!" Kalabalığa doğru bağırırken kendi kendime konuşuyormuş gibi hissediyordum. Çünkü ‘çocuklar’ diye seslendiğim ekibin en önünde Tuğrul vardı. Heyecanlı heyecanlı yerdeki tutmuş karları elinde biriktirip top yapıyordu. Dediğine göre önceden cephane hazırlıyordu.

Pek kimsenin olmadığı, sakin bir yere geldiğimizde durduk. Plan belliydi, kartopu savaşı yapacaktık ama bu takım oyunu şeklinde olacaktı.

"Şimdi," dedim. Soğuktan alıp verdiğim nefes havada buhar oluyordu. "Tuğrul ve ben iki takım olacağız. Zaten otuz  kişisiniz, eşit bir şekilde dağılın bakalım." Herkes kimi isterse onun takımına giderken kısa sürede takımları oluşturmuştuk.

Yere eğilip karları avcumda toplamaya başladığım sırada ensemde hissettiğim soğuklukla başımı kaldırdım ve arkamı döndüm.

Tuğrul...

ama evlisin |gay| •bxb•Where stories live. Discover now