41. Bölüm

2K 191 85
                                    


Babamı çok fazla hatırlamıyordum. Tek hatırladığım çok fazla içip sarhoş olduğu ve hep koltukta sızdığıydı. Bir de yaptığı kumar borcundan dolayı güya bize zarar gelmesin diye evi terk ettiğinde annemi gözünde yaş kalmayacak kadar ağlattığını hatırlıyordum. O gün annemin dizinde oturup ağlamasın diye yanaklarını öpmüş 'Ben yanındayım, ben sana bakarım' demiştim. On iki yaşında bir çocuk için hayli büyük sorumluluktu ama eğer annemin suyuna gidersem o da bizi bırakmaz sanmıştım. Yanılmışım ama babam gitmese belki de hiçbir zaman hayatım boyunca endişelendiğim hiçbir şey için endişelenmek zorunda kalmayacaktım. Elektrik faturaları, Simay'ın yarın ne yiyeceği, kışın gelmesi, genç kız olan kardeşimle nasıl ilgilenmem gerektiği... Tüm bunlar bizi bu dünyaya getiren, bunlardan endişe duyması gereken asıl insanların sorumluluğu olacaktı. Belki o zaman ben de gitarını sırtıma alıp ‘Ben Konservatuar okuyup ünlü olacağım’ diyebilecek kadar deli olabilecektim. Belki kendi kendime yazdığım tüm o şarkılar sayfalarda çürümek zorunda kalmayacaktı. Belki de biri beni Tuğrul'la gördüğünde Simay'la tehdit edemeyecek, onun elini her daim tutabilecektim. Hatta sonra kimseyi düşünmeden Tuğrul'la kaçabilirdim bile. Ama beni, daha yarın ne yemek istediğimi bilemediğim yaşımda kışın kardeşime nasıl bot ve mont alacağımı hesap etmek zorunda bırakmışlardı. Önce babam gitmişti, sonra annem. Ve ben her zaman babam gitmemiş olsa annemin de bizi bırakmayacağı gerçeğiyle baş başa kalmıştım.

"Ağabey..." Simay beni görür görmez ayağa kalktı ama ona bakmıyordum bile. Gözlerim o adamdaydı. Yumruklarım haberim bile olmadan sıkılmıştı. Tüm vücudumda yılların öfkesini hissediyordum. Bu adam nasıl benim evime gelirdi? Bu ne utanmazlıktı?

"Bu adamın burada ne işi var?" Bakışlarım ilk kez Simay'a döndüğünde gözlerinin kızardığını gördüm. Ağlatmıştı. Benim kardeşimi ağlatmıştı. "Buraya gelip bir de seni mi ağlattı bu it?" Hayatımda kimseye bile isteye zevkine dayak atmak istememiştim ama kendi babamı saatlerce dövmek hatta öldürmek istiyordum. Bu mümkün müydü? İnsan kendi babasının katili olmak ister miydi?

Hırsla ona doğru yürüdüğümde ayağa kalktı. Gözlerinde garip bir bakış vardı, ayakta bile zar zor duruyordu. Elden ayaktan düşünce mi gelmişti aklına çocukları olduğu?

Simay önüme geçtiğinde durmak zorunda kaldım.

"Ağabey dur." dedi. Gözleri yeniden dolmuştu. "Dur dinle."

Öfkeli gözlerim yeniden o adamı buldu.

"Elden ayaktan düşünce mi geldi aklına çocukların olduğu?" diye sordum. Sesim titremişti. Saklamaya çalışsam da beni en çok onun gidişi yıkmıştı. Çünkü babamın gidişi, kıyametin başlangıcı gibiydi. O gidince kıyamet başlamış, hayatımdaki herkes gitmişti. "Nasıl bakabiliyorsun yüzümüze?" dedim gözlerim dolarken.

"Mahir..." Tuğrul'un sesini duydum. Yanıma gelmişti. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerindeki endişeyi görmek, dumura uğramama neden oldu.
"Sakin ol, tamam mı?" dedi. Sakin olamazdım. Bu adam bana kocaman bir hayat borçluydu, ben nasıl sakin olacaktım.

"Ağabey çok hastaymış." dedi Simay. Ağlamaya başlamıştı. Bu adam ağlamaya değecek biri değildi oysa ki. En son üç yaşında gördüğü babası için ağlayamazdı benim kardeşim. "Ölecekmiş ağabey."

"Gebersin." dedim buz gibi bir sesle. Gerçekten kalbimde ufacık bir acıma bile hissedememiştim. Onu babam gibi göremiyordum, benim için hayatımı çalan bir hırsızdan başka bir şey değildi. Gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Acılar içinde kıvranarak geber. Şimdi kalk siktir git şuradan." Nefretim onu hayrete düşürüyordu. Bunu her yüzüme baktığında fark ediyordum.

ama evlisin |gay| •bxb•Unde poveștirile trăiesc. Descoperă acum