29. Bölüm

3K 242 285
                                    

8 Ay Sonra / Tuğrul Soylu'dan;

Oturduğum yerden karşı apartmanın balkonunu izlerken göğsüm sıkışıyor gibi hissetmekten kendimi alamadım. Bir haftadır boş olan evinin camları bile henüz kirlenmemişti. Terk edilişi o kadar yeniydi ki, evin içindeki ayak seslerinin ya da kahkahaların geri dönebileceğini düşünüyordu muhtemelen. Orada yıllarca yaşayan insanların bir daha hiçbir zaman dönmemek üzere gittiklerinden haberi bile yoktu.

Salonun camına yapıştırılmış ilana bakarken o evde yaşadığım her şey, tüm anılarım gözlerimin önünden geçti. Kendimi kapana kısılmış, eskimiş, geride bırakılmış hissediyordum. Oysa böyle hissetmem anlamsızdı. Bile bile geride bırakılmayı tercih etmişken geride bırakıldığı için üzülür müydü insan? Ben neden kendi verdiğim kararların sonucuna dahi katlanamayacak kadar iradesizdim. Her şeyi ben planlamıştım, bugüne kadar olan her şeyi ben istemiştim, her şey benim günahımdı. Kimseyi de suçlayamazdım ama insanların beni arkalarında bıraktıktan sonra hayatlarına daha sağlıklı bir şekilde devam ettiklerini fark etmek sorun benmişim gibi hissetmeme neden oluyordu.

Sorun bendim.

Bir insan başkalarının zincirlerinden kurtulmak isterken kendisini nasıl kendi eliyle başka zorundalıklara zincirlerdi ki? Bir insan nasıl bu kadar kör olabilirdi? Zincirler o kadar sıkıyordu ki, nefes almakta bile zorlanıyordum. Yine de ses etmiyor, kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeye devam ediyordum. Oysa ben böyle biri değildim. Benim ne hissettiğimi herkes kolayca yüzümden okuyabilirdi. Ama şimdi kimse ne kadar kötü olduğumu anlayamıyor, boğuştuğum yalnızlığın içinde bile yalnız bırakıyorlardı.

Ben bunu hak etmiştim. Bana elini uzatan, yardımcı olmaya çalışan tek insanı benden ayrılacak kadar sıktıktan sonra başka türlüsü adil olmazdı. Ama adalet sadece benim aleyhime işliyor gibi hissediyordum. Bana kötülüğü dokunan, kalbimi kıran hiçbir insanın bugüne kadar bunun cezasını çektiğini görmemiştim. Hepsi, her şeye rağmen çok mutluydu. Ama ben mutlu olamıyordum. Bana silah çekip öldürecek olan babam gözlerimin içine bakıp “torun ne zaman?” diye soruyor, bundan hiç utanmıyor ama benim canım çok yanıyordu.

İnsan kendi çocuğunu öldürmek ister miydi ki? En azından oturup konuşmak, dinlemek istemez miydi? Tamam... Yaşı geçmiş insanlar için kendi çocuklarıyla ilgili böyle büyük, şok edici şeyler öğrenmek kötüydü, kaldırılabilecek bir şey değildi ama bir insanın aklına oğlunun başka bir erkekten hoşlandığını öğrendiğinde nasıl ilk onu öldürmek gelebilirdi ki? Sadece tek bir şey, elinde dahi olmayan bir şey nasıl bir insanı babasız bırakırdı? Akıl kârı mıydı bu iş?

Son birkaç ay bu düşünceler zihnimi daha çok meşgul ediyor, kendimden kaçıp kurtulmak için her yolu deniyordum. Ama uyuyamadığım için her kendimi meşgul etmeye çalıştığımda aklım, aynı noktaya gidiyordu. Mahir'e. Onu her şeye rağmen özlemiştim ama bunu kendime bile söylemeye yüzüm yoktu. Nasıl söyleyecektim ki? Her şeyin böyle olmasının, bu kadar çıkmaza girmesinin sebebi benken nasıl durup da Mahir'i özlediğimi söyleyebilirdim?

Babam o gün beni öldürseydi Mahir beni bu kadar kötü biri olarak hatırlamazdı. Babam beni o gün öldürseydi iyi bir insan olarak ölebilirdim. Bazen o gün ölmüş olmayı o kadar istiyordum ki... Gözlerimi kapatıp zihnimde o güne gidiyor, o odayı, babamı, annemi, kendimi canlandırıyordum. Babamın elindeki tabancayı yakınlaştırıyordum zihnimde. Kulaklarımda da dakikalar önce dinlediğim Mahir'in söylediği bir şarkı oluyordu ve babam gözünü bile kırpmadan, tam da yapmak istediği gibi tetiği çekiyordu. Tam kalbimden nişan alıyordu beni. Annem önüme geçmiyor, beni durdurmuyordu. Nazlı'nın varlığı ve o söz bana yeniden hayat olmuyordu. Ölüyordum, kendi odamda, kendi babam tarafından öldürülüyordum.

ama evlisin |gay| •bxb•Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt