Kader Kartı

55.2K 740 111
                                    

GİRİŞ

Kader hakkında uzun zamandır düşünüyordum ve hala net bir karar veremiyordum. Kader denilen şey neydi? Biz bu dünyaya gelmeden önce alnımıza yazılan yazı mıydı, yoksa vücudumuzdaki damarlar gibi değişik yollar mı izliyordu? Bizler… Karşımıza çıkan yollarda bir seçim yapmak zorunda mıydık?

Başıma giren ağrıyı umursamayarak yatağımın üzerine dizdiğim sayfalara baktım. Kader hakkında yazılan onlarca yazı, yüzlerce sayfa ve binlerce kelime… Aklımın alamayacağı şeyleri kurcalamaktan garip bir haz alıyordum.

Aslında benimkisi kendi düşünce dünyamı oluşturma isteğiydi. Artık belirli bir olgunluğa erişmiştim ve bunun farkındaydım. Kendi doğrularımla yaşamayı öğrenmem gerekiyordu. Küçük bir kızken babamın bana verdiği öğüdü hiç zorlanmadan hatırlayabiliyordum. “Asla benim ya da annenin sana direttiği doğruları kabullenme. Her insan hata yapabilir, kızım. Sen daima kendi doğrularına göre yaşa fakat unutmaman gereken en önemli şey başka insanların da kendi doğruları olduğu. Ben seni her şeye rağmen seveceğim.”

Her ne kadar onu hatırlamak istemesem de bana verdiği en iyi öğüt buydu, şüphesiz.

En yakınımda duran kâğıdı elime aldım ve altını çizdiğim yerleri dikkatle okudum. “Kader denilen şey var ya da yok, buna ne ben karar verebilirim ne de siz. Bildiğim en önemli şey şu ki, hayatımızda yapmamız gereken seçimler var. Kimileri bunu kader olarak adlandırıyor kimileri ise hayatın zorunluluğu. Orası size kalmış.” Gerçekten böyle olabilir miydi? Hayatın önümüze seçimler sunduğu doğruydu, buna katılıyordum. Yine de tüm yaşadıklarımızın kader denilen şey ile bağdaştırılmasını istemiyordum. Yaptıklarımız ve yaşadıklarımızdan biz sorumluyduk, kader değil.

Yatağımın üzerindeki kâğıtları umursamayarak kafamı geri attım ve yumuşak yastığımın üzerine koydum. Elimde tutmuş olduğum kâğıdı okumaya devam ederken gözlerimin yavaş yavaş ağırlaşmaya başladığını hissediyordum. Gözlerim masanın üzerindeki saate kaydığında uyanmam gereken saate dört saatten az kaldığını fark ettim. Sıkıntıyla ofladım ve beyaz kemik gözlüğümü çıkararak yatağımın yanındaki komodinin üzerine koydum. O kadar yorgun hissediyordum ki yalnızca kollarımı kıpırdatabiliyordum.

Kendimi uykunun güvenilir kollarına bırakırken sol elimde tuttuğum kâğıdın yavaşça aşağıya düştüğünü hissettim.

Çıplak ayaklarım mermer koridorun soğukluğuyla buluşurken yavaşça ilerledim. Neresiydi burası? Burada ne işim vardı? Üzerime baktığımda siyah, uzun bir elbise giydiğimi fark ettim. Sol elimde bir keman yayı tutuyordum. Adımlarım isteğim dışında hareket ederken üzerinde 586 yazan bir kapının önünde durdular. Kafamı hafifçe sola doğru eğdim ve rakamları anlamaya çalıştım. Sağ kolum tıpkı ayaklarım gibi isteğim dışında hareket etti ve kapının gri ve soğuk olan koluna doğru ilerledi. Parmaklarımla kolu kavradım ve yavaşça indirdim. İçeri doğru yürürken merak duygusu çoktan bedenimi ele geçirmişti. Ben neden buraya gelmiştim?

Korku bedenimde her akışında daha hızlı ve daha acı dolu bir devinimi yaratıyordu. Gözlerim bembeyaz hastane odasının içinde kaybettiği bir şeyi arıyormuş gibi dolaşıyordu ve tanıdık bir şey bulamadığı her saniye daha da korkuyla doluyordu. Gözyaşlarım diken misali gözkapaklarımı ağrıtmaya başladığında beyazlığın içinde omuzları sarsıla sarsıla ağlayan birini fark etmemle korkak adımlarımı ona çevirmem bir olmuştu.

Hiçbir şey bilmemektense, kötü şeyleri göğüslemeyi tercih ederdim her zaman. Belirsizlik en büyük korkumdu. Uzun saçları sırtını ipek bir yelek gibi örten kendi yaşıtlarımda ki kızın yanına yürümeye devam ettiğim her seferinde sanki o benden uzaklaşıyor, gittikçe hiçliği karışarak görüşümü bulanıklaştırıyordu. Ağlıyordu, biliyordum fakat yanına ulaşamadığım her an kendimi daha fazla suçlu hissetmekten alıkoyamıyordum.

Yanına yürümeye devam ettim. Odanın ben her kıpırdadığımda daha da büyüdüğünü daha çok genişlediğini hissediyordum sanki. Koşmak istedim. Fakat bedenim, beklemediğim bir engele çarparak durdurulduğunda gözlerimi kırpıştırarak bulanıklığı yok etmeyi denedim. Yatakta, o sevmediğim hastane önlüğünün içinde, artık saçları olmayan solgun ve yitik bedeni görmemle, odanın daha fazla büyüyemeyeceğine emin olmuştum. Daha fazla uzaklaşamazdım her şeyden. Kız hemen yanımda, yerde çökmüş bedenime bakmaya devam ettiği sırada hemen arkasında ayakta durmuş sessizce gözyaşı döken arkadaşımı da fark etmiştim. Uğur ve Nisa, kaçınılmaz sonu izliyorlardı.

Safra boğazımdan taşıyordu sanki. İnsan kendi yansımasını bir yatakta, solmuş ve kelimenin tam anlamıyla ölmüş halde gördüğünde ne hissetmeliydi? Kesik kesik soluklandım yatağa doğru bir adım atmak için harekete geçtiğimde ve harekete geçmemle birlikte netleşen bir diğer şey hemen yanımda, başucumda oturan o siyah saçlı çocuğu fark etmem bir olmuştu.

Kim olduğunu seçemeyen karmaşık zihnim kelime oyunlarını sıralayarak beni çıkmaza iterken elimi uzatıp omzunu kavramak, bana ne olduğunu, nerede ve neden bu halde olduğumu sorma isteği ile doldum. Fakat sanki siyah saçlı çocuk, ona dokunduğumu hissetmiş gibi başını çevirdiğinde ve ben yemyeşil gözlerine karşılık soluksuz bir halde yüzüne bakakaldığımda, dünya bilmediğim bir kaçıncı kez daha dönmeyi kesti. Nefesim soluk borumu ağrıtmaya, yakmaya başladığında elimi hızla kendime çekerek bir adım geriye çekildim. Gözlerindeki bu yabancı tanıdıklık sırtımdaki tüyleri büyük bir hızla ayaklandırmış, beni ürkütmüş, içimde kaçma isteği yaratmıştı. Islak gözlerini yüzümden ayırıp tekrar bedenime çevirdiğinde titrek bir nefes alarak uyanmayı diledim.

Buna daha fazla devam edemezdim. Bu acı, bu gerçeklik katlanılmaz derecede derin bir sancıyı da beraberinde getiriyordu. Bu olamazdı, ölmüş olamazdım. Olamazdı. Yaşanacak bir sürü şey vardı, ölemezdim. Ölüm bu kadar basit olamazdı. Gitmek bu kadar kolay değildi. Olamazdı. Gidemezdim.

Sıçrayarak kan ter içinde uyandım. Nefesim soluk borumda acı bir tat bırakarak dudaklarımın arasından feryat eder gibi çıktığında öne doğru eğilerek ellerimle yüzümü örttüm. Derin derin nefesler alıp vererek bir süre yatağın içinde oturduktan sonra kaskatı kesilmiş bedenimi alarmın sesiyle birlikte uyandırmaya çalıştım. Nafileydi. Gördüğüm bu kâbus, zihnimi allak bullak etmişti.

Yeşil gözler...

Günlerdir nerede yeşil görsem dönüp bir kez daha bakmama neden olan tanıdık yabancılar. 

-Düzenlenmiş bir giriş bölümüdür. Hikayeyi düzenlemeye aldım ve bir süre böyle devam edecek. Multimedia bölümünde Beyza Öztürk'ün hazırladığı fragmanı görebilirsiniz. Yorumlarınız için teşekkürler. Seviliyorsunuz.-

Kader KartıWhere stories live. Discover now