- I -

12.4K 586 33
                                    

1. BÖLÜM

Dondurucu soğuk iliklerime kadar işliyordu adeta. Bu dondurucu soğuğa rağmen sokaktaki insan seli beni rahatsız ediyordu. İnsanların arasına karışmayı sevmiyordum, daima yalnızlığı tercih eden kızlardan olmuştum ben. Uzun cümleler kurmayı sevmezdim, insanlarla saatlerce sohbet edemezdim. Güven duygusu ise varlığımda bir toplu iğne ucu kadar yer kaplıyordu. Güvendiğim iki insan vardı bu dünyada: Nisa ve Uğur.

   Nisa ilkokuldan beri arkadaşımdı. Birbirimize çok zıt iki insandık aslında. Ben ne kadar içime kapanıksam Nisa bir o kadar dışa dönüktü. Konuşmayı, insanlarla iç içe olmayı seviyordu. Önüne gelen her insana sarılabilirdi, durduk yere kahkaha atmaya başlayabilirdi. Bu davranışlarıyla beni güldürebiliyordu, onu çok seviyordum. Beni asla bırakmayacağına, her zaman arkamda olacağına dair inancım yüksekti.

   Uğur ise lisenin ilk günü tanıştığım ve o güne dek tanıdığım en hassas erkekti. Okulun kapısından içeri giriyordum ve o sırada karşı kaldırımda kendisinden yaşça büyük bir erkeğe sarılmış olan üniformalı çocuğu gördüm. Öylece durdum ve onları izledim. Yanlarında bir kadın duruyor, elindeki peçeteyle gözyaşlarını siliyordu. Kadının annesi olduğunu düşünmüştüm, üniformalı çocuk ise muhtemelen babasına sarılıyordu. Ne için ağladıklarını anlamıyordum. Çocuk, adamın kollarından ayrıldı ve yanındaki kadına da sarıldıktan sonra bir şeyler söyledi. Ardından bana doğru döndü ve gözlerindeki kırmızılığı, akan yaşları fark ettim. İlk kez bir erkeğin böylesine ağladığını görüyordum. Uğur’a karşı olan güvenim ise o gün oluşmuştu. Sonradan yatılı bir öğrenci olduğunu ve ailesinden ilk kez ayrıldığını öğrendim. Bu kadar duygusal bir erkeğe kim olsa güvenirdi.

   Nisa ve Uğur dışında güvenebileceğim bir insan yoktu, ne annem ne de babam. Baba kavramını tatmamıştım, hatırlayabildiğim anılar bölük pörçük ve az sayıdaydı. Annem ise bana asla sevgisini vermemişti, gerçi sevgisi var mıydı onu bile bilmiyordum.

   “Sen beni dinliyor musun?” Nisa’nın sesi düşüncelerimi bölerken pembe montuma biraz daha sarındım. Okuldaki insanlar hakkında çıkan saçma sapan dedikoduları dinlemek istemiyordum, bu yüzden Nisa’yı okuldan çıktığımızdan beri dinlemiyordum.

   “Evet, dinliyorum,” derken kafamı salladım. Otobüs durağına varmamıza az bir mesafe kalmıştı, en fazla üç dakikaya oradaydık. Esen soğuk rüzgârla birlikte saçlarım uçuştu. Bugün pantolon giydiğim için şanslıydım, eğer etek giyseydim iki büklüm bir şekilde yürüyor olacaktım.

   “Kent kartını çıkar,” Nisa’nın titreyen dudaklarından çıkan sesiyle kafamı salladım. “Geçen sefer olduğu gibi şoförün kötü bakışlarına maruz kalmak istemiyorum.” Nisa’nın söylediği sözle beraber dudaklarım kıvrıldı. Dün, çantamın derinliklerindeki kent kartımı ararken arkamdaki altı kişinin beş dakikadan uzun süre beklemesine neden olmuştum. Homurdanmalar, kötü bakışlar, göz devirmeler…

   Çantamın tek kolunu sağ omzumdan çıkardım ve önüme doğru aldım. En öndeki küçük gözün fermuarını açtıktan sonra elimi içine daldırdım. Soğuktan titreyen parmak uçlarım çantamın küçük gözünde gezinirken bir yandan da yürümeye devam ediyorduk. Elime kent kartım dışında her şey geliyordu; paralar, kâğıt parçaları, peçeteler…

   “Kent kartımı bulamıyorum, Nisa,” Kaşlarımı çatarak çantamı kurcalamaya devam ettim. Eğer kaybetmediysem burada olmalıydı, başka bir yere koymazdım çünkü. Kent kartım benim için önemliydi, üzerinde kimsenin görmemesi gereken bir fotoğrafım vardı. Nisa ve Uğur bile görmemişti o fotoğrafı, bir ara tüm dönemin gündemine oturmuştu. Kent kartımızın üzerine fotoğraf yapıştırma zorunluluğu getiren valiliğe ettiğim küfürler çoğalmıştı. Fotoğrafımın üzerine sevdiğim bir ünlünün yapışkanlı resmini koymuştum ve bu sayede otobüse binince de görünmüyordu. Şimdiyse o kart kayıptı ve ben kendime kızıyordum.

Kader KartıWhere stories live. Discover now