5.

2K 227 47
                                    

Bana kızmayın.
Çok iyi değilim şu aralar. Bu yüzden kendime yakıştıramadığım derecede kısa bir bölüm.
Üzgünüm ama ard arda bölüm atarak telafi edeceğim.

•••

Günümüz

Korku, gizlenmeyi gerektirmez.

Aksine; belli edilmek ister ki, hissedilen duygunun büyüklüğünü karşıdaki de anlayabilsin.

Şuan korkuyordum. Bunu ona itiraf edemeyeceğimin farkında olduğum için, bir şekilde içimi dökmem; kendimi rahatlatmam gerekiyordu. Ama bunu nasıl başaracağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Eğer konuşamıyorsam, düşünürdüm. Lakin bir süre sonra kendime sorup durduğum sorular yüzünden, daha da tedirgin olacağımdan emindim.

Beni bu kadar korkutan ne?

Cidden neydi, beni bu kadar korkutan? Bilmiyordum. Yemin ederim. En azından bir kelime dahi olsa, bunun sebebini açıklamak istiyordum ama sadece hislerim ve kendimle baş başaydım. Her insanın sıkıntılı zamanları olabilirdi. Hatta bunu en iyi benim bilmem gerekiyordu lakin kendimi neden bir türlü buna inandıramıyordum?

Kötü bir şey olmadığını biliyordum aslında. Kendi kendime oluşturduğum 'korku' psikolojisi beni olumsuz düşünmeye itiyordu. Sonuçta, her insanın kötü günleri olabilirdi değil mi?

Bu yüzden sessiz kalmayı seçtim.

Yatak odasının banyosundan sessiz adımlarla çıktım. Kendi lambamın bulunduğu yere giderek, komodinimin üstündeki kremimi aldım. İnce geceleğimin uzun kollarını sıyırıp, Kyungsoo'nun tarafını sarsmayacak şekilde yatağa uzandım. Gözlerimin ucuyla, yanımda yatan eşime baktıktan sonra elime aldığım bir miktar kremi sürdüm.

Elimin üstündeki kremi ovalarken, bir yandan Kyungsoo'ya bakmayı sürdürdüm. Aklıma yeni gelmiş olan şeyle, kendime küfrettim. Onun sıkıntısı ve kendini oldukça derde sokan şey gerçekten gözümün önündeydi. Kesinlikle boşuna elham yapmış ve kendimi üzmüştüm. Üstelik daha geçen gün, bu konu yüzünden kollarımın arasında öylece ağlamıştı.

Elimdeki krem bittiğinde, yastığımı tek elimle aşağıya çektim. Komodinin üstünde olan kumandayla ışıkları kapattıktan sonra, yorganı göğsüme kadar çekip, öylece karanlığa baktım.

Ya da en azından Kyungsoo'nun bana dönmesini bekledim.

Normalde her gece, birbirimize sokulmak için hızla yatağa giren biz bu gece ciddi bir uzaklıkta yatıyorduk. Bu benim isteğim değildi. Tam tersine Kyungsoo, onu rahatsız etmememi istemişti. Ve bende onun dediğini dinliyordum.

En kötüsü de bu ciddi anlamda beni üzüyordu. Kollarının arasında olup, onun göğsüne kıvrılmak en çok sevdiğim şeylerden biriydi. Bu sadece, bu gecelik bir şey olsa da sanki daha sonrasında o kolları bir daha bulamayacakmış gibi hissediyordum. Ona ve hissettirdiklerine o kadar çok aşinaydım ki...

Kendime hakim olamadım.

Konuşmam gerek.
Derdi ne ise; onunla beraber yüklenmem gerek.
Bu yüzden evli değil miyiz zaten?

"Kyungsoo."

Ses vermedi.

Dönmedi.

Hareket dahi etmeden öylece durdu.

Bende başımı yeniden önüme çevirmekle yetindim. Olduğum yerde hafifçe aşağıya doğru kayarak, ellerimi karnımın üstünde birleştirdim. En azından bu şekilde rahat uyuyabileceğimi düşünmüştüm ama etkili olmadı. Arkamı döneceğim sırada, gözlerimi şaşkınlıkla açmadan edemedim. Öyle ki kalbimin ciddi anlamda fırlayıvereceğini sandım.

"Dönme arkanı."

Kyungsoo'nun bana göre çok hafif kısa olan kolları karnımın üstüne sımsıkı sarılmıştı. Nefes almayı bile bırakabilirdim o an. Çünkü bütün korkum, etkisi kısa süreli olan bir duman misali dağıldı. Ardından biraz olsun kendime geldiğimde, oldukça soğuk olan elleri, ellerimin arasına alarak ısıtmaya çalıştım. Olduğu yere daha fazla yanaşmak adına, Kyungsoo başını ve karnını sırtıma yasladı.

"Özür dilerim," dedi hafif boğuk olan sesiyle. Birkaç saat önceki sesiyle aynıydı. Tek fark artık sinirli değil de, özlemle doluydu. Belki de biraz pişmanlık. "Planlarımızı mahvettim, değil mi?"

Hissedeceğini bildiğimden başımı iki yana sallayarak, ellerini dudaklarıma getirdim.

"Sorun değil, Kyungsoo."

Biraz üzüldüğüm doğruydu. Belki büyük miktarda korktuğum da... ama şimdi istediğim şeye kavuşmuşken olmuş şeylere takılacak değildim.

"Jongin,"

Derin bir nefes verdiğini hemen belimde hissettim. Nefesinin sıcaklığı her bir hücreme uğrarken, dudaklarımı parmaklarının her birine dokundurarak öptüm. Bir yandan da kısa bir şekilde hımladım.

"Beni yanlış anlamadın değil mi? Yani başka bir şey yok. Yalnızca Sehun'un yanına gittim bugün..." tek elini, elimden çekti. Çok uzun zaman geçmeden o parmaklarını sırtımda, omurgamın üstünde küçük ama etkileyici dokunuşlarla hissettim. "Ve... yazamadığımı söyledim."

"Sana kızdı mı?" diye sordum usulca.

"Hayır, Sehun pek öyle biri değil biliyorsun. Yalnızca onu da hayal kırıklığına uğrattığımı hissediyorum."

Birilerinin de hakkını yemek gibi bir his... Kendi başarısızlığın sadece sana değilde, başkalarına da etki edince hissettiğin o işe yaramazlık duygusu... Kyungsoo şuan tam olarak bunları yaşıyordu. Onu anladığımı ya da anlamadığımı söylemezdim. Lakin emin olduğum tek şey; onun hislerini en derinden hissettiğimdi.

"Editörler sıra bekliyor. Herkes işini yapmak istiyor." dedi. İşaret parmağı belimin bir noktasında dururken konuşmasına devam etti. "Ama ben yazamadıkça, onlar da duraksıyor. Jongin, anlıyor musun? Sadece ben değil, benim yüzümden herkes etkileniyor."

Bir şeyler yapmam gerektiğinin farkındaydım. Lakin bir yazara en güzel iyilik nasıl yapılırdı? Hele de o yazar sizin eşinizse?

"Kyungsoo," diye fısıldadım. "Japonya'ya gitmeye ne dersin?"

Gittik.
Seviştik, eğlendik ve gezdik.
Sonrasında ise...

•••

The Nature Of Daylight // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin