24.

1.6K 182 148
                                    

•••

Hiç kendi öfkeniz ve iradenizle kırdığınız bardak yüzünden canınız yandı mı?

Etrafa dağılan parçalara basmayacağım, bu yüzden bunu yapabilirim deyip; her bir parçaya ayrı ayrı dokundunuz mu? Ayaklarınıza ya da vücudunuz çeşitli yerlerine zarar verdi mi? Başkalarının kanını akıtmak için kurduğunuz bu tuzakta, kendi kanınızı gördünüz mü?

Pekala, bu bir acının tanımı olabilir. Ama benimki kesinlikle bu değildi.

Kyungsoo karşımda bana öylece bütün gücü tükenmiş bir şekilde, Sehun'un kucağındayken bakarken duyduklarımı algılamam daha da zorlaşıyordu. Bir de ayakta tir tir titreyerek, deli gibi ağlayan Luhan vardı. Sehun ve ben, hala olanların farkına varamamış gibi bakıyorduk birbirimize. Ama durumumuz kesinlikle farklıydı, bu bariz belliydi. Sehun her şeyi bilirken, kavramış sayılırdı. Ben ise... hala duyduğum şeyi sindirmeye çalışırken, aklımı sindirmişim gibi hissediyordum.

"Hadi Kyungsoo," dedi Sehun, benim eşimin saçlarını nazikçe geriye itelerken. "Konuş artık. Bundan daha uygun bir zaman olamaz."

Bundan daha kötü bir zamanlama olamaz.

Bir zamanlar, ki bu zaman daha düne kadar oluyor, bütün olan biteni en ince ayrıntısına kadar bilme isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Şuan da yanıyordum ama tek bir farkla. Merak duygusu yerine, üstüme çöken ağırlık bedenimi yanlış duygulara yönlendiriyordu. Gerilmiştim. Kanım kaynıyordu. Bütün vücudumun eksiksiz, hatta fazlasıyla çalıştığından emindim lakin buna rağmen vücudumu kaldırıp da ileri gidemedim, ya da dudakları açıp susma artık! diye bağıramadım.

Baktım.

Isırmaktan kanattığı dudağı, elindeki derinliği hakkında bir fikrim olmayan kesiği, kızarmış ve bana her şeyini kaybetmiş gibi bakan gözleri... En acısı kesinlikle, çaresiz bir biçimde karşımda duruyor oluşuydu. Ağır geliyordu. Normalde, ben ağlayabilirdim. Ama Kyungsoo bunu yapmazdı. Birkaç aydır, bizi bulan bu garip değişime inanmak zordu.

Yaslandığım ve ağırlığımdan asla şikayet etmeyecek o taş, ilk rüzgarda tuzla buz olmuş gibi duruyordu.

Gözlerim dudaklarından çıkacak her bir kelimeyi kaçırmamak için o iki, kana bulanmış dudaklarda dolanıyordu. Elimin hareket etmemesi ve konuşamamam yetmiyormuş gibi, bir de kulaklarımın işitme yetisini kaybetmiş gibi hissediyordum. Gerçi cidden... Bu bike iyi bir şey değil miydi? Yani, hala hissedebilmemden bahsediyorum? Hala iyiyim, değil mi?

Birinin bunu demesine ihtiyacım var.
İyiyim, dedikçe daha çok sorsun.
Çünkü iyiyim dediğim zamanlarda, hiç iyi olmuyorum.

"Ben bunu kabullenemedim ki," gözlerim ağrıyordu. Dudaklarından bir şeyleri anlamak ve onları anlamlandırmak zordu. "Şimdi yüzüne bakarak, nasıl diyeceğim? Nasıl anlatacağım ona?"

Zihnim bana oyun oynuyor olabilirdi, değil mi? Çünkü hareket etmeyen sadece ben değildim. Kyungsoo'nun saçlarını düzenli bir şekilde okşayan Sehun'dan ve Luhan'ın sürekli şişip inen göğsünü saymazsak, durum buydu. Kimse hareket etmiyordu. Ya da, ben bu faaliyeti gerçekleştiremediğimden, zihnim beni iyi düşünmeye yönlendiriyor da olabilirdi.

Bak, kimse hareket etmiyor. Sadece sen değil.
Hareket edemiyor olman, bir sorun değil.
Herkes aynı.

Öyle olmasını umacak düzeye gelmiştim.

Kurumuş dudaklarımı aralamak için birkaç kez girişimde bulundum. Her seferinde bunu başardım da aslında, lakin hiçbir sözcük çıkıp da havaya karışmadı. Aslında söylediğimi sanıyordum, sahi... siz duyamıyordunuz, değil mi? Çünkü ben sürekli konuşuyordum şuan. Sözcüklerim saydam havaya uyum sağlamak ister gibi, görünmez oluyordu sadece. Eğer dikkat ederseniz , göreceksiniz havada amaçsızca dolaşan ve yerini kaybeden sözcüklerimi.

The Nature Of Daylight // kaisooHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin