18.

1.9K 201 156
                                    

Gerek konu resim çizmek olsun, gerek kitaba kapak yapmak... Bu iki şey bende yok, bu yüzden kapağı değiştir diyenlere söylüyorum.
Değiştirmeyeceğim.

•••

İnsan istediği şey için, hayatına dahi paha biçebilir. Eğer gerçekten, bana verilen bu değerli hayatı bir şeye feda edeceksem; bu da değerli olmalıydı. Bunu birkaç kez düşünmüştüm. Cidden, hayatıma eş değer ne olabilirdi de, kendimden vazgeçebilirdim? Ki buna değmeliydi.

Ayakta, yüz profilinin yarısının aydınlık, yarısının karanlık olduğunu gördüğüm eşim buna değerdi.

Başka bir şey için, bu sözü yirmi dokuz yıllık hayatımda hiç söylememiştim. Gerek şakasına ya da gerçekliğine... Uzun seneler boyunca insanlar 'hayatım üzerine yemin ederim' derken, ben sanki hayatıma değecek o şeyi bulacağımın bilincindeydim. Kyungsoo'yu gördüğüm gün olmasa da, onunla evlendiğim günün daha ilk saniyelerinde bunu fark etmiştim.

Onun için hayatımı feda edebilirim.

"Ne düşünüyorsun?"

Yüzündeki şaşkınlık ve ona, onu öpeceğini söylemem yüzünden yanaklarında oluşan minik kızarıklıklar beni yoldan çıkarıyordu. Beynim, 'aha gitmen yol burası, Kyungsoo değil dangalak' diye beni zorlarken, onu bir kenara attım. İhtiyacım yoktu. En azından şöyle bi' kırk yıl kadar.

Başımı belli belirsiz sallayarak ona cevap vermeyeceğimi belli ettim. Cevabım yüzündeki beklentiyi hala bir gram eksiltmezken, kendimi biraz aşağı kaydırarak ensemi koltuğa yasladım. Hareketim yüzünden, bedeni hafifçe öne doğru eğildi. Bol tişörtü yüzünden gördüğüm köprücük kemikleri, her ne kadar beni baştan çıkarsa da; bariz belli olması canımı sıkmıştı. En son üç hafta öncesinde Japonya'dayken, onunla sevişmiştim. O zaman bu kadar gözükmediğinden eminim. Göz yanılması falan da yaşamıyordum, o ciddi manada zayıflamıştı. Ama ben fark etmemiştim. Gözlerimin çöktüğünü fark etmemesini dileyerek, uzun süredir baktığım köprücük kemiklerinden çektim bakışlarımı. Aradaki sürenin daha da sünmesi durumunda, Kyungsoo bir şeylere bozulduğumu anlayacaktı. Bu yüzden parmaklarını nazikçe sarmalayarak kucağıma çektim onu.

Önce bir bacağını, birbirine bastırdığım bacaklarımın yanına koyarken; sonrasında omzumdan destek alarak diğer bacağını da getirdi. Bacaklarımız, bir kat kıyafete rağmen birbirine değdiğinde tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Havadaki elini de aynı şekilde enseme yakın bir bölgeye koyduğunda, tereddütlüydü. Fakat bugün, bu tereddütü yok etmek adına ne gerekiyorsa yapacaktım. Ağırlığı hala bacaklarımla buluşmadığında, sıcacık olan ellerimi beline getirerek hafif bir baskı uyguladım. Kırdığı bacakları, gevşerken kendini tamamen bana bıraktı.

Bacaklarımda uzun süre oturması yüzünden hissettiğim o karıncalanmanın, yeniden beni sarmasını istedim.

"Zayıflamışsın." dedim başımı hafifçe doğrultarak. "Kendine dikkat etmiyorsun." sesime yansıyan serzenişle gözlerini kısmak yerine, her zamanın aksine bakışlarını ensemdeki ellerine götürdü.

"Biraz," dedi. "Birazcık verdim."

Oysa ki benim gözümde on beş kilo vermiş gibi duruyordu. Yanaklarındaki hafif şişkinlik hala yerini korumasına rağmen, bana yaşattığı üzüntü yüzünden kendisi de zayıflıyordu. Ve bunu kaldırabilecek kapasiteye sahip değildim. Beni üzerken, kendine zarar vermesi akıl kârı değildi ne de olsa. Buna göz yumamazdım.

"Benim yüzümden," diye mırıldandı. Parmak uçları yanaklarımda ve elmacık kemiğimde mesken tutarken. "...sende zayıfladın Jongin."

Beni kendinden uzaklaştırırken, bana dikkat ediyorsun.

The Nature Of Daylight // kaisooDove le storie prendono vita. Scoprilo ora