22.

1.7K 185 154
                                    

22. Bölüm'e çok çabuk gelmedik mi? Bana mı öyle geldi yoksa?
Her neyse, yorum atarsanız moralim havalanıp horon bir tepebilir.

Ve yeniden soruyorum. Dirty or Clean mi? Yoksa Nameless Game mi?

•••

2 gün sonra

Bazen oldukça sorumsuz bir adama dönüşürüm. Aklım neleri yapacağımı unutup, zamanını şaşırdığından; bazı şeyleri unutur ya da kendi kendine siler. Oysa ki, cidden önemli noktaları gözden kaçırırım. Ve bu çoğunlukla kendimi suçlu hissetmeme sebebiyet verir. Dolayısıyla uzun zaman vicdan azabıyla dolaşırım.

Şuanki gibi.

"Biliyorsunuz ki," dedi Park Chanyeol benim için aldığı kahveyi elime uzatarak. "Kendi yerinizi kapatmanız gerek. Yani muayenehanenizden bahsediyorum."

Evet, bir de o mesele var.

"Farkındayım Bay Park, yine de hatırlatma için teşekkür ederim." Elimdeki kahve bardağını içmeden önce en az on defa çevirmek zorunda kalmıştım. Zihnim olması gerekenden çok daha fazla doluydu. "İkisinin birden yapılmasının yasak olduğunu biliyorum. En kısa sürede halledeceğim."

Umuyordum diyelim.

Bu sıralar halletmem gereken o kadar şey varken aklımı toparlamam kolay olmuyordu anlarsınız ki. Hangisini ilk sıraya koyacağım hakkında bir fikrim yokken, nasıl başa çıkacağımı da bilmiyordum. En öncelikli olan şey kesinlikle evliliğimdi. Ama... En zor karar vereceğim şey de oydu. Bir anda fevri davranmam iyi olmazdı ama yavaş yavaş bir karara varmam da şuan için imkansız gözüküyordu.

İmkansızlıkların adamı Kim Jongin.

"Ben öğleden sonra olan randevularıma bir göz atacağım," dedi Bay Park. "Dilerseniz siz çıkabilirsiniz."

Öğleden sonra benim ilgilenebileceğim bir hasta yoktu. Genellikle uyku sıkıntısı çeken ve sürekli kriz geçiren hastalar geliyordu. Ve bunun benim iş alanıma girmediğini düşünürsek kalmam saçma olurdu. Özellikle de yapmam gereken önemli işler listesi gibi kabarık bir kağıt zihnimde tur atarken, gitmem en iyisiydi. Park Chanyeol'e kahve için elimde olmadan kuru bir teşekkür ederken, çıkacağımı mırıldandım. İçimde bir huzurluk vardı ve engel olamıyordum.

Sanki yapmam gereken önemli şeyler vardı da, sürekli unutuyormuşum gibiydi.

Ama olmadığından emindim.

Sakin adımlarla ne ara geldiğimizi fark etmediğim odamın kapısından içeri girdim. Akşam saatleri sayılırdı. Ve ben bugün Bayan Hae'yi sabah arayıp, yarın akşam muayenehanede konuşmamız gerektiğini söylemiştim. Az çok tahmin ettiğinin farkındaydım. Ama yine de aklında olan bütün soru işaretlerini gidermem gerekiyordu. En azından yıllarca beni çekmiş bir insan bunu kesinlikle hak ediyordu.

Kendime prensip edindiğim iş yerinde telefonu bir kenara bırak ilkesi hala devam ediyordu. Bu yüzden sabahleyin şarjı olduğundan dahi, emin olmadığım telefonumu çekmeceden çıkarırken elim hızla orta tuşa uzandı. Merak doluydum, heyecanlıydım, sabırsızdım... Aniden değişen ruh halim inanılmazdı ama bir sinyal bekliyordum. Sadece bir mesaj? Bir cevapsız çağrı?

Lütfen sevgilim...

İşaret parmağımı dudaklarımı ısırarak tuşa bastırdım. Karanlık ekran salise içerisinde aydınlanırken, heyecandan kısmış olduğum gözlerimi yavaşça araladım. Onlarca mesaj, onlarca çağrı ve gereksiz maillerin arasından sadece onun adını görmeyi umdum. Aramış olmalıydı. O bensiz uyumayı, bensiz durmayı, bensiz o evde olmayı sevmezdi ki. Telefonu aniden elime sımsıkı bir şekilde alarak, parmağımı panelde hızla gezdirdim. Atmıştı, değil mi?

The Nature Of Daylight // kaisooWhere stories live. Discover now