8.

1.7K 196 104
                                    


•••

Bütün olanları ve kendi hislerimi tamamen söylemek isterdim. Lakin kendimde o gücü bulamadım. Hatta olanları anlatabilecek, tek bir afilli cümlem dahi yoktu. Kyungsoo'nun bir anda bana sert çıkması garip gelmemişti. Bu aralar öfkeliydi ve en küçük şey bunu tetikliyordu. Farkındaydım. Ama anlamlandıramadığım bir şey vardı. Neden beni savunmak yerine, Sehun'a destek çıktı?

Elbette ona bir sözüm yoktu. Ben her nasıl, Luhan'ı savunmuş isem, o da Sehun'un haklı olduğunu düşünmüştü.

"Tanrı aşkına, sen ne bok biliyorsun ki Jongin?"

İşte üstünde düşündüğüm tek bir soru vardı. O da buydu. Eşimin bildiği ama benim bilmediğim bir şeyden Sehun'un nasıl bilgisi vardı? Üstelik onları bu denli aynı noktada birleştiren şey neydi? Genelde böyle şeylere takılmam. Ama nedense duymam gereken önemli bir şey varmış ve benden gizleniyormuş gibi hissediyordum. Ve bu inanılmaz derecede canımı sıkıyordu. O benim eşimdi, Sehun'un değil. Eğer bir derdi varsa bana söylemeli, çözümü bende aramalıydı.

Düşünme Jongin. Düşünme. Kafanı böyle gereksiz bir ayrıntıyla yormak zorunda değilsin.

Bacaklarımı sıcak yorganın içine sokarak uzandım. Başıma onlarca defa vurmak istedim aklıma gelen düşünceler yüzünden. Çünkü hiçbiri ne benim için ne de Kyungsoo için iyiydi. Ama kötü durumları sıralamak istemedim. Dilime gelen durumların hepsini geriye attım. En azından şimdilik.

Bu yüzden kendimi oyalayacak bir şeyler bulmaya çalıştım. Yataktan kalkarak, ayağıma terliklerimi geçirdim. Kyungsoo gelmeden yatamazdım. Onu bu saate kadar nerede kaldığı için sorgulayacak değildim. Yalnızca, bu yatağa onsuz girmek beni rahatsız ediyordu. Ki zaten uyuyamıyordum. Gözümün önüne gelen bir tutamı, hızla geriye atarak yatak odasından çıktım.

Ağır adımlarla, merdivenin başında durduğumda Kyungsoo'nun sesini işittim. Belki ilk yapmam gereken aşağıya inmekti. Ama bunu yapmadım. Nedense içimden bir ses beni burada durmam konusunda ikaz etti. Bu aralar iç seslerim beni ciddi anlamda ele geçirmişti. Yine de uydum.

Birkaç ses işittim lakin öylesine kısıktı ki, bir şey anlayamadım. Bir merdiven daha indim sessizce. Elimi merdivenin tırabzanına koyarak öylece dikildim. Gerçekten kendime inanamıyordum.

"Luhan," dedi eşim fazla kısık bir ses tonu ile. "Uyuyor musun?"

Kyungsoo'yu göz ucuyla görüyordum. Kanepenin karşısında uyuyakalmış olan Luhan'ın yanındaydı. Ekrandan yansıyan ışıkla yalnızca bu kadarını seçebilmiştim. Koltukta uzanan adam, hafifçe yerinden doğrulduğunda Kyungsoo garip bir ifade ile koltuğun ucundaki boşalan alana oturdu.

"Seninle konuşmak istedim."

"Tabii."

Eğer Luhan'ın fazla kırılgan bir insan olduğunu bilmeseydim, onun bu olgun davranışının normal geldiğini söyleyebilirdim. Ama yine de şaşırdım. Çünkü yüzünde ne uykulu bir ifade vardı, ne de sinirli... Öylesine sakindi ki, eşim için endişelendim. Böylesine bir sessizlik tehlikeden başka bir şey değildi çünkü.

"Sehun'u haklı gördüm." dedi Kyungsoo yüzünü hala açık ama sesi kapalı olan televizyona çevirerek. "Çünkü haklıydı. Her zaman onun üstüne gidemezsin. Sıkıntılı olduğunu benden çok sen fark ediyor olmalısın."

"Aslına bakarsan," dedi Luhan. "Nedense sen benden daha iyi biliyormuşsun gibi."

Sesindeki alayı fark etmemek için salak olmak gerekirdi. Hele ki karşısındaki kişi, Kyungsoo olunca anlamaması imkansızdı. Cümleler açık, duygular ve ifadeler ortadaydı. Yine de ben bu konuşmadan hiçbir şey anlamadım.

The Nature Of Daylight // kaisooWhere stories live. Discover now