2

35.3K 1.7K 207
                                    

●○○

Bu halimden sadece bir kişi sorumlu değil, onlarca kişinin parmağı vardı bu işte. Kuyuya sallandırılmış iki ucu boş ip gibiydi hayatlarımız. Ben dibe battıkça onlar çıkmıştı yukarıya, ama sorun şu ki, onları yukarıya ben itmiştim. Ama geri dönüp yardım etmediler, o karanlık kuyudan çıkarmadılar beni.

Geçmişim soğuk duvarlardan sızıp geldi, içimdeki beni öldürürken herkes izledi. Yine de hep sustum, konuşmak hep ağır geldi.

Korktum.

Bu yükün altından kalkamamaktan korktum. Sadece biraz olsun sevilmek için sevmekten vazgeçtim ben. Ama anladım ki, sevmek kadar sevilmek de acı veriyor. En az hasar alan insan, sevmeyen e sevikmeyen insan.

Bunu daha on iki yaşımdayken öğrendim. Daha ergenliğe girmeden gerçekler girdi beynime. Çocukluğunu yaşayamadan öğrendim insanın bencilliğini.

Sıradan bir uğurda nasıl seni gözlerini bile kırpmadan harcadıklarını gördüm.

Depresyon diyorlar, farkındalık diyorum. Bunalım diyorlar, acı diyorum. Travma diyorlar, gerçekler diyorum. Yine de ne dersem diyeyim beni dinlemiyorlar.

Bende susuyorum.

"Yağmur! Hazırsan çıkalım, randevuya geç kalıyoruz." Annemin sesini duyunca yattığım yatağımdan kalkıp gardrobumun kapağındaki boy aynasında kendime kısaca baktım. Kumral saçlarımı at kuyruğu bağlamış olsam da omuzlarıma bukle bukle dökülüyordu. Yüzüme düşen kahküllerime üfledim. Üzerimde siyah kot, tişört ve siyah bir kapşonlu vardı. Ayaklarıma da beyaz spor ayakkabılarımı geçirmiş, telefonumu arka cebime koyarak annemin yanına inmeye başlamıştım.

İki haftadır bay playboy psikolok pes etmeden beni konuşturmaya uğraşsa da sonuç sıfırdı. Düz sıfır. Zero olan hani.

Neyse.

Ne olursa olsun, adamın sabrı takdir edilirdi. Bana bu kadar uzun süre dayanabilen olmamıştı açıkçası.
Annem beni görünce dışarı çıktı ve arabaya yöneldi. Bende arka koltuğa oturup yirmi dakika dürecek olan yolculuğu kulaklıklarımla sereflendirdim.

İnsanoğlunun dünya üzerinde yaptığı en iyi şey, müzikti. Başka hiçbir haltı beceremiyordu zaten.

Öyle sözleri olan müzikler de ilgimi çekmiyor açıkçası. Ne kadar dıştan depresif görünsem de içimde bir klasik müzik hastası yatıyordu. Canım sıkılınca epik müzik de dinliyordum ama yavaş parçalar, yalnızken daha güzel gidiyordu.

Kulaklarımın dibinde atan kalp atışı gibi ritimli ama bir o kadar da dağınık bir piyanonun sesi, kısa yolculuğumu güzelleştirirken gözlerimi kapatıp başımı arkama yasladım.

Yollar, yok kenarındaki ağaçlar, insanlar... Hepsi silikleşirken renkler birbirine girdi ve biz her zamanki gibi o bembeyaz duvarları olan hastanenin önünd durduk. Rengi beyaz olsa da iç karartıcı derecede kocaman ve her bir köşesinden lükslük akan hastaneye girerken annemin arkasından yürüyor, kimsenin yüzüne dahi bakmıyordum.

İnsanların yüzleri aldatıcı özelliğe sahipti. Bunu sırtıma yediğim onlarca bıçak darbesinden biliyordum. Arkadaş dediğin, işine gelince oluyor, zamanı gelince sen bırakmasan da o seni bırakıyordu. İnsanlar yalandı, yalancıydı, hataydı... Böyle bir dünyada yüzlerine bakmaya değer tek insan annemdi, ama onu da incitmek, yaralarımla yormak istemediğim için yine yalnızdım.

Aslında yalnız olmak da kötü değildi. Mesela lafını ağzından alan şarkıları yalnızken buluyorsun. Veya yalnızken anlıyor insan gereklerin iç karartan yönlerini.

Gri kapıyı aralayıp annem beni içeriye itince direk psikoloğun masasının önündeki siyah koltuklara yönelip oturdum, ama kulaklıklarımı çıkarmadım. Dinlediğim kemanın sesi, insanların sesinden daha çok huzur veriyordu.

Omzuma dokunan elle birlikte başımı psikoloğa çevirdim. Genişçe bana gülümserken sol yanağındaki minik çukurluk bana göz kırptı.

Müziği durdurup kulaklıkları kulağımdan çıkarırken adını hala bilmediğim psikoloğun arkasındaki çerçevelerle dolu duvarda bir resim dikkatim çekti. Küçük bir çocuk tarafından çizildiği belli olan resimde küçük bir ev, yemyeşil bir ağaç ve bu ikisinin arasında elinde pamuk şeker tutan çöpten çocuk vardı.

Duvardaki onlarca sanat şaheser varken nedensizce ilgimi çekmiş olan resme baktım direk. Ne kadar masumca çizilmiş bir resimdi bu böyle.

Suçlulukla üzerimdeki ceketin kollarını çekiştirip ellerimi birleştirdim. Kollarımdaki intihar çizgileri, nedensizce kirli hissetmeme neden olmuştu ama onlar sadece ruhumu yansıtıyordu.

Sırtından bıçaklanarak ölen ruhumu...

"Kim?" dedim kısık bir sesle.

Değmiş miydi?

Bu resim için konuşmaya değer miydi?

Değerdi. Masumca çizilmiş resimdeki duyguları metrelerce uzaktan hissedebilmiştim.

Sesimi duyan psikolog afallamayla kafasını elindeki dosyadan kaldırıp şaşkınlıkla bana baksa da resimden ayırmadım. Psikolog benim baktığım yöne baktı. Hangi çerçeveyi kastettiğimi anlamamış gib gözleri çerçevelerin üzerinde dolaşırken kalktım ve o minik resme ilerleyip çöp adamın elindeki pembe pamuk şekere dokundum. "Kim?"

"Doğum günümde yeğenim yaptı. Adı Duru, altı yaşında." derken gözlerine yansıyan umudu gördüm. "Bugün ziyarete gelecek, tanışmak ister misin?"

Bir süre daha resme baktıktan sonra başımı hayır anlamında salladım ve yerime geri oturdum. Psikoloğun gözlerindeki sönmüş olan unut tekrar yeşermişti, ama olumsuz cevabım tekrar onu sükûnete gömdü.

"Neden?"

Nedeni belliydi, o saftı, temizdi. Bense bileklerimdeki intihar çizgileriyle ve ölmüş ruhumla onu kirletemezdim. Masum yüzü ölen ruhuma belki can katardı, ama bu daha fazla acı çekmeme neden olurdu.

Ceketimin kollarını dirseklerime kadar kaldırıp çizgileri ortaya çıkarınca psikolok direk kollarıma baktı. Sağ elimle sol kolumdaki çizgilere hafifçe dokundum. Acımıyordu, ama kurumuş kan, çizgilerin üzerinde yabancıymış gibi duruyordu.

Ceketimin kollarını indirip sakladım yaralarımı. Neden ona göstermiştim, bilmiyorum, ama sanırım ağır geliyordu.

Geçmişim tekrar gözlerimin önüne gelince yere bakarak derin bir nefes çektim içime. Çığlıklar beynimde yankılanmaya başlarken duvarlar üzerime geliyordu, odadaki tüm oksijeni alıp götürüyordu sanki. Nefeslerim ciğerlerimi acıtırken kendimi camın önünde, derin derin nefes alırken buldum. Ne ara kalkıp buraya koştum bilmiyorum.

Sadece...

Sadece...

Psikolok Adam 《Final》Where stories live. Discover now