BÖLÜM V

7.2K 494 362
                                    

"Kaç kuşaktan ibaretim biliyor musun?

Senli olmayan çocukluğum...

Senle dolu gençliğim...

Ve sensiz geçecek geleceğim..."

Arın, dokuma atölyesinin önüne aracını park ettiğinde işçiler de neredeyse paydos etmek üzereydi fakat kapıda henüz bir hareketlilik yoktu. Çalışanları tezgâh başında görme telaşıyla hızla aracından indi. Bir süre durup saatlerdir direksiyon sallamaktan gerilen kaslarını açmaya çalıştı. Bunu yaparken bir yandan da gördüğü eşsiz manzaranın seyrine daldı.

Kasabadaki yerleşimin bitiminde kurulan bu atölyenin arka tarafı nefes kesen manzarasıyla insanın sadece göz zevkine değil, aynı zamanda ruhuna da hitap ediyordu. Alabildiğine uzanan kırlar adeta bir renk şöleniydi. Kırların bittiği yerde, dağların yüksek tepelerine doğru yemyeşil çam ormanları, dağ melteminin esintisiyle tüm rayihasını kasabanın atmosferine katık ediyordu.

Uzun uzun soluklanıp bu eşsiz kokuyu içine çekti. Kısa bir süreliğine de olsa dinlenen ruhu, üzerine mayhoş bir ağırlığın çökmesine neden oldu. Ortalık sakindi. Beş dakikalık bu yalnızlık ona iyi gelmişti. Geldiğinden beri bu küçük kasabanın doğasının güzelliğinin büyüsüne kapılmıştı ve öyle görünüyordu ki bir türlü de doymayacaktı. Daha önce buralara neden gelmediğini sorguladı bir kez daha ve düşünceler onu yine mazinin bulanık sularına götürdü.

İşleri babasından devraldığından beri her yaz niyetleniyor fakat işten güçten, biraz da hovardalıktan bir türlü fırsat bulup memleketine gelememişti. Çocukluğunun ilk yıllarında babasıyla birkaç kez geldiğini hatırlıyordu. Hayal meyal hatırladığı bu yerlerin güzelliğini fark etmek bir yana dursun, o anların arka planı hep bir despotluk ve çekincelerle doluydu. Ne zamanki büyüdü ve babasıyla arasında aşılmaz duvarlar örüldü, o an bıraktı bu memleket ziyaretlerini. Babasına olan kırgınlığı memleket sevdasına da sirayet etmişti. Yoksa insan bu kadar güzel bir yeri neden görmek istemesin ki? Sıkıntıyla hatırladığı anılar, atölyenin büyük demir kapısının açılmasıyla bir anda silinip yok oldu.

"Ya hu bırak be adam! İşin gücün yakınmak..."

"Üyle dime Hasan usta, sankim keyfimden mi yakınıpduru? Onca yolu sen her gün gel git de seni görüveren baken."

"Bir gün de şükür edin be! Bit gadaağ gasıbadaa ekmek gapısı bulmuşunuz da burnuguzla itiyoguz..."

"Ekmeğe laf iden mi oldu hindi? Sen hemen ne cellalledin bakem?"

Arın'ın manzarayla hoşbeş hâlini, atölyenin kapısına çıkan bu iki adamın sözleri böldü. Bir süre durup dinlemek istedi fakat tam o anda adamlardan yaşlı olan onu fark edip gözlerini kıstı. Arın da bu ilgiye kayıtsız kalmayıp aynı dikkatle adamı süzdü.

Altmışlı yaşlarında, yaşına göre oldukça diri ve kuvvetli duran adamın yüzüne odaklandı. Siması bir yerlerden tanıdık geliyordu fakat ilk anda çıkaramadı. Bembeyaz olmuş kirli sakallarının altında belirginleşen köşeli çenesi, güneş yanığı teninin gizleyemediği çıkık elmacık kemikleri ve gür kaşlarıyla ona eskiden, çok eskilerden birini hatırlatıyordu. Muhtemelen babasıyla geldiği gezilerden tanıyordu bu adamı, zira bu aşinalığın başka bir açıklaması olamazdı. Soru dolu bakışlar birbirinin üzerinde gezindi. Arın ileri doğru birkaç adım attığında netleşen görüntüsü belli ki yaşlı adama da aradığı cevapları vermişti. Nitekim ellerini mavi önlüğünün önünde birleştirirken yüzündeki gerginlik tatlı bir tebessüme dönüşmüştü.

"Bey'im... Doğru mu görüyon beng? Hoş geliveediniz gari!" diyerek birkaç adımda Arın'ın karşısında beliriverdi.

Arın, yaşadığı şaşkınlıkla dudaklarını kısıp soran gözlerle adama baktı.

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now