"BÖLÜM XXVIII"

2.3K 292 180
                                    

Güneşli bir sabaha gözlerini açan Arın, ne kadar huzurlu bir uyku çektiğini daha ilk nefeste anlayabildi. Bunun sebebini ise anlamak zor değildi. Zira yanındaki yastıkta duran resim her şeyi açıklamaya yetiyordu. Dilem'in ellerinin ve kokusunun değdiği bu tablo, bütün gece ona yarenlik etmiş, onu doyumsuz bir uykunun kollarına çekmişti. Gözler, akıl, bedensel çekimin karşı konulmazlığı, bir insanın pusulasını ne kadar şaşırtırsa şaşırtsın, iş kalbe gelince onun sesi kesinlikle yanılmazdı. Dün gece de Arın'ın kalbi tek bir ismi haykırıyordu. Taş kalbinin ilâcı, karanlık dünyasının ışığı, Dilem'i! 

Resme bir kez daha dokunduktan sonra diğer tarafa dönüp saate baktı. Saat sekizi gösteriyordu ve Boranlı'da hayat çoktan başlamıştı. Telefonu eline alıp heyecanla doğrulmasının amacı da buydu. Eğer şanslı günündeyse şirkete gitmeden önce onun sesini duyabilir ve işlerin karmaşasına dalmadan önce gününe bambaşka bir anlam katabilirdi.

Telefonun ilk çalışta açılması ve kulaklarına dolan Dilem'in coşkun sesi onun da aynı beklentiler içinde uyandığının göstergesiydi.

"Arın!" 

Arın gözlerini kapatıp huzur dolu bir nefes aldı. "Bir daha söyler misin?" demesi tamamen doğaçlama gelişmişti. Kısa bir sessizlik oldu telefonun diğer ucunda fakat Dilem'in onu anlaması çok sürmedi.

"Arın..." dedi bir kez daha. Sesindeki tılsım Arın'ı mest etti. Herkesi, her şeyi dışarıda bırakıp haftalarca olduğu yerde hiç kımıldamadan öylece uzanabilirdi. Dünyası bu odadan ibaret olsun, razıydı. Yemeği, suyu, nefesi olmasın, bunları dertten bile saymazdı. Yeter ki duyduğu tek ses ona, gönlünün şifasına ait olsun, tüm dünya karşısında dursun, kimin umurundaydı.

"Günaydın..." dedi, sesinin en buhransız tonuyla. 

Dilem'in karşılığı ise güneşe eş saçları kadar duru ve berraktı.

"Günaydın, nasılsın?"

Arın, perdelerin arasından sızan güneş ışıklarına bakıp gözlerini kıstı.

"Sensiz nasıl olunursa öyleyim işte..."

Dilem derin bir iç çekti. "Anlıyorum..." derken, bunu o kadar içten söylemişti ki Arın onun da kendisiyle aynı duygular içinde olduğunu anladı.

"Evde işler nasıldı? Her şey yolunda mı?" 

"Her zamanki gibi fena değildi..." dedi Arın ama keyif yoksunu sesi Dilem'in dikkatinden kaçmadı.

"Anlıyorum..." dedi bir kez daha. Bu kez onun sesi de ilk andaki heyecanından yoksundu. 

Arın onu daha fazla üzmemek için ortamı neşelendirmeye çalıştı. Önce küçük bir kahkaha attı. Sonra da, "Dünden beri ben de acaba bu hayatta beni anlayan birileri de var mı, diye hayıflanıp duruyordum. Demek ki varmış."

Dilem, Arın'ın söylediklerine bir anlam veremedi. "Ne?"

"Hani deminden beri her söylediğime 'anlıyorum,' diye cevap veriyorsun ya onu diyorum."

Dilem, Arın'ın ne demek istediğini de maksadının onunla dalga geçmek olduğunu da nihayet anladı. "Aa, ama çok kötüsün!" diye sitemkâr bir şekilde bağırdığında, yatağın ayak ucunca sere serpe yatan Mimoza pozisyonunu değiştirip diğer tarafa döndü.

Arın, diğer tarafta hâlâ gülmeye devam ediyordu ve tok sesi Dilem'in sinirini yatıştırmaya yetti.

"Tamam tamam, özür dilerim. Niyetim sadece seni biraz gülümsetmekti."

Dilem mağrur bir şekilde tebessüm etti. "Başardın da..." 

"Sevindim..." dedi Arın ve sonra ciddileşti.  "Hep böyle gülümse. Sen gülünce dünya bir başka dönüyor benim için, zaman bir başka akıyor. İnsana yaşamak için bir sebep veriyorsun Dilem. Ve bunu sadece gülüşünle yapıyorsun."

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now