"BÖLÜM XVI"

5.8K 489 283
                                    

"Ben sana 'SEN' kadar yakınım, Sevgili...

Ne olur 'BİZ' in bizi ayırmasına izin verme..."

Sabahın mahmurluğu, aynadaki yüze değmemişti sanki. Işıl ışıl teninin parıltısı gözlerini kamaştırırken bir an aynı şeyi onun da görüp görmediğini sorguladı. Ne oluyordu ona böyle? Küçücük bir dokunuş onu ne hâle getirmişti? Alnının gerisinden yanaklarına süzülen, oradan da omuzlarını okşayan saç tellerini usulca geriye iterken o gün derenin kenarında Arın'ın ona hissettirdiği duyguları anımsamaya çalıştı. Nasıl bir ürpertiydi o? İçindeki kıvılcımın parlayıp kocaman bir alev topuna dönüşmesini an be an yaşamıştı. Tıpkı şu an da olduğu gibi...

 Narin parmakları yanaklarını, dudaklarının yanındaki kıvrımları, çenesini ve boynunu keşfe çıktı. Bedenine değen el her ne kadar kendi eli bile olsa o elleri yöneten akıl başka yerde, başka birinin hâkimiyetindeydi sanki. Arın! Bu isim daha kaç kez içini titretecekti? Bastırmaya çalıştığı duygularıyla verdiği savaş daha ne kadar sürecekti?

"Allah'ım, ne olur yardım et!" diye fısıldadı. Gözlerini sıkıca kapatıp, elini kuş gibi çırpınan kalbinin üzerine koyarken de cılız sesi bir yakarışa dönüştü. "Onu kalbime sokamam, sokmamalıyım. Bunun için bana yardım et!"

Keskin bir sızı kalbinden dudaklarına doğru yol alıp nefesinde son buldu. Biliyordu Dilem... Bu saatten sonra hiçbir duanın onun derdine şifa olmayacağını biliyordu. Arın Boranlı, yıllardır herkese kapalı olan kalbinin kapılarını zorluyordu. O bir dert değildi. O, imkânsız gibi görünen aşkın baş kahramanıydı ve Dilem, hayatında ilk kez bu duygudan korktuğunu hissetti.

"Dilem! Çıkmadın mı hâlâ banyodan kızım? Mimoza geldi bak, seni sorup duruyor!"

Babasının sesi, Dilem'in korkularını bir çırpıda yüreğinden sildi. Silkelenip kendine gelirken sesinin tonunu normal tutmaya çalışarak aşağıya seslendi.

"Bitti baba, bitti! Hemen iniyorum!" diyerek yatağının üzerinde duran kıyafetlerine uzandı.

"Ah, baba! Banyo bitti de içimdeki yangın bitmedi..." diye söylenerek hızlıca üzerini giyinmeye koyuldu.

Beş dakika sonra aşağı indiğinde, Mimoza'yı avluda babasıyla birlikte sohbet ederken buldu.

"İyi düşünmüşüm değil mi Muzaffer amca? Sonuçta kasabamız için hayırlı bir işe imza atıyorlar."

Dilem, önce Mimoza'ya odaklandı. Hiç sevmediği kıvırcık saçlarını gizlemek için her zaman örgü yapan arkadaşının saçları bu kez her bir buklesini vurgulamak ister gibi salık ve bakımlıydı. Üzerindeki kıyafetleri her daim rahatlıktan yana olan tavrıyla çelişiyordu. Daracık bir kot pantolon, üzerine de vücut hatlarını gözler önüne seren kırmızı bir gömlek giyinmişti. Dilem, onu sadece şehre inerken ya da özel bir davete giderken böyle görmeye alışmıştı. Görünüşe bakılırsa şimdi de o özel günlerden biriydi ve nasıl olduysa Dilem'in bundan haberi yoktu.

"Hayırdır Mim, yolculuk nereye?" derken Mimoza'yı baştan aşağı süzmeye devam etti.

"Ah, yolculuk mu?" 

Dilem, şaşkın bakışlarını masanın üzerinde duran piknik sepetine çevirdi.

"Evet, yolculuk..."

Mimoza, elini pantolonunun cebine sokup omuzlarını yukarı doğru çekti. "A, ben düşündüm ki... Belki bugün seninle köprü inşaatının oraya gideriz. Kasabadan bir sürü insan orada çalışan işçilere yiyecek bir şeyler götürüyor. Biz neden onlara destek olmayalım?"

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now