"BÖLÜM XXX"

2.3K 337 387
                                    

Köy kahvesinin demi yerinde çayından bir yudum alan Muzaffer, yaklaşık yarım saat önce uğurladığı kızının gittiği yola bakarken girdiği duygusal mücadelede epeyce zorlanıyordu. Üniversiteden beri ilk kez böyle ayrı kalacaklardı ve bu bir günlüğüne de olsa yaşlı adamı tedirgin etmeye yetiyordu.

"Oho! Bu kadar düşüneceksen sen de takılıverseydin ya peşlerine? Baksana daha ilk dakikadan gamlı baykuşa döndün."

Yavuz'un manidar sözleri Muzaffer'i dalgınlığından sıyırdı. Bakışlarını masaya çevirip çayından bir yudum daha aldıktan sonra dertten mustarip yüreğine bir nefes çekti.

"Düşünmemek elde mi Yavuz? İki kızı bir başına uğurlayıverdik. Böylesi hiç içime sinmedi ama ne edeyim?"

Yavuz, cebinden çıkardığı sigara kağıdını masaya yayıp içine tütün koymaya başladı. Her ne kadar rahat görünmeye çalışsa da o da en az arkadaşı kadar tedirgindi. Bu ilk evlat hasreti değildi belki ama nedense içinden bir ses son olmayacağını fısıldayıp duruyordu.

"Vallahi benim de çok yüreğime yatmadı bu durum ama mecbur kaldık bir yerde. Öğleden sonra benim tarlalara gübre gelecek. Malum Korkut da yok. İş bana kaldı. Eh, sen desen belli. Hastasın, onca yolu, debdebeyi çekecek hâlin mi var?"

Muzaffer yumuk yumuk bakan gözlerini içten gelen bir alınganlıkla öte yana çevirdi.

"İki saatlik yolda ölecek değildim ya. Sanki dağlar aşırı yol gidecektim. Hazır mis gibi de araba vardı. Hep senin işgüzârlığından oldu bunlar. Dilem'le bir oldunuz yendiniz beni."

"Ya hu sen hâlâ orada mısın? Kızlar neredeyse yolu yarıladı sen hâlâ gitmenin derdindesin. Hem Dilem kızımız yalnız değil ki. Mimoza ne güne duruyor? Bırak azıcık gözleri gönülleri açılsın yavrucakların. Güzel bir işe imza atmışlar, izin ver de tadını çıkarsınlar."

Muzaffer kederini bir kenara bırakıp buruk bir şekilde gülümsedi.

"Güzel ya Yavuz. Düşünsene, kimin aklına gelirdi ki? Sen kalk, ta İstanbullardan üç beş halı için buralara gel. Bir de üstüne bunca zahmete katlan. Olacak iş mi?"

Yavuz sardığı tütünü dudaklarına yerleştirdikten sonra masanın üzerindeki kibritle yaktı ve daha ilk nefeste keskin duman genzini yaktı. Gıcık tutmuş gibi öksürmeye başlayınca Muzaffer'in azarı gecikmedi.

"İçme şu zıkkımı artık! İçin dışına çıkacak yakında."

Biraz daha toparlanan Yavuz kıs kıs güldü.

"İçmiyom zati ya. Öyle arada derede kaçamak bir tane. Sen de şimdi Sevim gibi başlama kurban olam."

Keyifle sandalyesine yaslanıp bacak bacak üstüne attıktan sonra sözlerine devam etti.

"Sahi Sevim demişken... Şu kızlar döndükten sonra bi' toplaşalım derim. Sevim de sürekli söylenip durur, Muzaffer ağabeyim benim bazlamaları özlemedi mi deyi? Hem senle şöyle karşılıklı biraz hasbıhâl ederiz hem de Dilem kızımızın şu işini kutlarız he, ne dersin?"

Muzaffer'in bu söze itiraz edecek lüksü yoktu. Karısı öldüğünden beri Sevim onların üzerinde adeta bir gölge gibi durmuştu. Ne ihtiyaçları varsa anında yetişmiş, Dilem'i de bir anne gibi sarıp sarmalamıştı.

"Geliriz ya, gelmez olur muyuz? Sevim dedin mi, bizde akan sular durulur bilirsin."

Yavuz aldığı cevaptan hoşnut bir şekilde huzurla doldu dolmasına ama içinde çok eskilerden beri kalan yarayı deşmeden de duramadı.

"Sevim, bir başkadır evet..." deyip uzaklara dalması Muzaffer'in dikkatinden kaçmadı.

"Ne o, kahve köşelerinde aşk tazeleyesin mi tuttu bu yaştan sonra?"

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now