"BÖLÜM XXIV"

3.3K 341 254
                                    

Muzaffer, bahçe kapısının açıldığını duyar duymaz iki gündür kızını doğru dürüst göremeyen babanın özlemiyle heyecana kapıldı. Nefesini tutup kapıdan gelen sesleri dinlediğinde kızının neşesini bulunduğu yerden bile iliklerine kadar hissedebiliyordu. Derin bir iç çekip koltuğuna geçerken elindeki kâğıtları da hemen yanındaki sehpanın üzerine bıraktı.

"Babaların babası, nerdesin?" diye seslenen kızına, "Buradayım kızım..." diyerek yanıt verdi. Çok geçmeden Dilem'in güleç yüzü odanın kapısında belirince Muzaffer zorla da olsa gülümsemeye çalıştı.

"Canımın içi babam bugün nasılmış?" Dilem, sesinin coşkusuna eş bir tutumla hoplaya zıplaya babasının yanına gidip yaşlılığın çizgileri iyice derinleşmiş yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.

"Ben iyiyim iyiyim de sen hayırdır?" Muzaffer hafif bir göz süzmeyle kızına bakıp göz kırptı. "Akşam akşam bu neşenin sebebini neye borçluyuz?"

"Hiç, ne olacak babacığım, her zamanki işler işte..."

"Demek her zamanki işler ha?" Muzaffer'in bakışları Dilem'in üzerine bulaşan çamur lekelerine kaydı. "Kahveden geldiğimde yoktun, yine köprünün orada mıydın?" diye sorduğunda, Dilem elini lekenin üzerine kapatıp dudaklarını ısırmaya başladı.

"Evet ama kızma bana ne olur. Akşam vardiyasında çalışanlara hamur kızartıp götürmüştüm sevabına, bilirsin... Tüm gün çalışıp didiniyor garipler, çorbada bizim de tuzumuz bulunsun istedim."

Muzaffer coşkun bir deniz gibi dalgalanan bakışlarını Dilem'den gizlemeye çalıştı. "Bunun için benden müsaade almaya geldiğinde sadece arada sırada uğrar, kasabalıya yiyecek bir şeyler götürürüm dememiş miydin?"

Dilem, bakışlarını babasından kaçırmaya çalıştı. "Demiştim ama..."

"Aması ne Dilem? Sen işini gücünü bırakıp resmen oraya çalışır oldun, canına yazık kızım. Hem atölye, hem çocukların resim dersi, evin yükü derken bir de üstüne bu..."

Dilem pırıltılı gözlerini babasına çevirdi. "Ben şikâyetçi değilim ki baba..." derken, o pırıltıların ne anlama geldiğini az çok anlayan Muzaffer tavrını koymaktan çekinmedi.

"Koskoca Arın Boranlı'nın işçilerine yedirecek yemeği yok mu da siz kendinizi böyle heder ediyorsunuz?"

Dilem'in gözlerindeki pırıltılar bir anda sönmeye başladı. Zira bunca zamandır babasından Arın'a dair böyle bir ima duymamış olmanın şaşkınlığını yaşıyordu. Bunun sebebini sorarken de sesi ister istemez kırılgan bir tonda çıkmıştı.

"Neden öyle dedin ki şimdi?"

Muzaffer ciddiyetini muhafaza etmekte bir sakınca görmedi. "Yalan mı kızım? Azıcık mantıklı düşünsen sen de bana hak vereceksin."

"Hayır, yalan değil de şu tavrın... Ona bir türlü anlam veremedim baba..." Muzaffer sessiz kalmayı tercih edince Dilem'in şüpheleri daha da arttı. "Konuşsana baba, seni rahatsız eden bir şey mi var?"

Muzaffer haftalardır içini kemirip duran o şeyi nasıl diyebilirdi ki? Onu asıl rahatsız eden şey hakkında ne söyleyebilirdi? Yüreğin bir gurbet kuşunun peşine takılıyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Üstelik bir Boranlı Bey'ine! Bu sözler, gözleri safi bir aşkla birer yıldız gibi parlayan şu masum kıza nasıl söylenirdi?

Onun yerine şimdilik bu konuyu ertelemeye karar verdi. Bir süre daha... Bir süre daha, kızındaki bu değişimleri izlemede kalıp o gurbet kuşunun bir an önce buradan gitmesini dilemekten başka çaresi yoktu.

"Üzülüyorum kızım, senin için üzülüyorum." diyerek konuyu dağıtmaya çalıştığında, Dilem'in buna tepkisi gecikmedi.

"İyi de neden?"

BORANLI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin