"BÖLÜM XIII"

5.5K 491 327
                                    

"Gidişin bu kadar can yakıyorsa, gelişine bu can feda edilir Sevgili..."

Yağan o felaket yağmurun etkisiyle neredeyse bir enkaza dönen yolları, biraz hüzün biraz da umutla süzerek geçti. Bir türlü gitmek bilmeyen o grimsi bulutlar, kasabanın üzerine bir karabasan gibi çökmüştü. Her yer o felaketin geride bıraktığı makûs manzaraya maruz kalmıştı. Birkaç gün önce çiçeklerin açtığı, yeşilin en güzel tonlarına ev sahipliği eden toprak, şimdi insanın içinde kasvet uyandıran bir çamur deryasına dönüşmüştü. Oysaki buraya ne hayallerle gelmişti. Her şey istediği gibi giderse yeni yeni açan bu çiçekler gibi hayatına da büyük bir umut doğacaktı. Sevdiği kıza duygularını açacak, böylelikle onda hissettiği olumlu duyguları da ortaya çıkarmış olacaktı. Ve şimdi gidiyordu. Her şeyi berbat etmiş bir şekilde, umutlarını bu çamurların altına gömerek gidiyordu. Bir türlü kıramadığı o çekingenliği, yine birçok şeyi berbat etmeye yetmişti. Buraları böyle bırakmak, en çok da Dilem'i ona bırakıp gitmek, hiç içine sinmiyordu.

Bir gün öncesi...

"Hay ben böyle şansın içine edeyim be oğlum!" diye direksiyona elini vuran Murat, canının yanmasıyla küçük bir pişmanlık yaşayıp, ters bakışlarını direksiyona yöneltti. Tam bir iki küfür savurmak üzereydi ki yapacağı şeyin aptalca olduğunu düşünüp son anda vazgeçti. Hava kararmadan kasabaya varsalar iyi olacaktı. Zira kafasını arabanın ön camına doğru uzatıp gökyüzüne baktığında toplanan bulutların yeni bir yağmuru daha getirdiği anlaşılıyordu. Sıkıcı geçen yolculuklarına derman aramak ister gibi derin bir of çekti.

"Şu havaya bak anasını satayım, sanki bizi gördü. Havayı bırak, bir de üstüne bu kaza... Şansımıza tüküreyim emi!" Yanında hâlâ bir hareketlilik olmaması iyice canını sıktı. Yola çıktıklarından beri sus pus oturan arkadaşına bakıp öfkeyle tısladı. 

"Ha sen ha duvar. Yanıma senin yerine sarıkızın buzağısını alsaydım keşke, en azından iki böğürür, bir yalanır bana yol arkadaşlığı ederdi." Sıkıntılı görünen arkadaşında hâlâ bir tepki olmaması iyice içini daralttı. "Kime diyorum, alo?" diye bağırıp, elini yana doğru salladığında nihayet o taraftan bir yaşam belirtisi geldi.

"Hı, ne oluyor oğlum?"

Murat alaycı bir şekilde gülümsedi. "Hiç be Korkut Efendi, ne olsun? Âlem çalıyo ben oynuyom."

Korkut her zamanki ciddiyetiyle ona baktı. "Ne diyorsun oğlum sen?"

Murat, yola çıktıklarından beri Korkut tarafından kâle alınmamanın verdiği gerginlikle serzenişte bulundu. "Şansıma diyom, tüküreyim diyom, keşke bizim Sarıkız'ın buzağısını yanıma yol arkadaşı alaydım da en azından iki çift laf ederdik diyom."

Korkut'un bu takılmalara harcayacak ne zamanı ne de sabrı vardı. Gözlerini "boş konuşuyorsun" der gibi süzüp, tekrar yola odaklandı.

"Hadi hadi sızlanma da sür şu arabayı, bir an önce kasabaya varalım."

"Aman be! Şansımıza bak, şu an Yalçın'ın meyhanesinde cevizleri kırıp, iki tek atabilirdik. Nereden çıktı bu tantana şimdi?" 

Korkut, arkadaşının sitemine küçük bir tebessümle karşılık verdi. Tüm söylenmelerinin ve yakınmalarının haklı bir sebebi vardı aslında. İzin bitmişti ve yarın sabah birliğine dönmek üzere kasabadan ayrılacaktı. Bu gece de son bir eğlence yapma hayali kurmuşlardı fakat sürprizlerle dolu hayat onlara kötü bir son hazırlamıştı.

"Yine yaparız be oğlum, sıkma canını. Tezkereye ne kaldı şunun şurasında?" diyerek arkadaşının gönlünü almaya çalıştı. 

Murat, şişman gövdesini koltuğa daha da yayma gayesiyle kıpırdandı. "Yaparız yaparız bakma sen bana, ben senin planlar sekteye uğradı diye şey ettim biraz da..."

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now