"BÖLÜM XXV"

3.4K 365 366
                                    

Dilem, her zaman çiçek toplamaya geldiği yamacın eteğine vardığında, Arın'ın onu bu saatte neden buraya çağırdığına hâlâ bir anlam veremiyordu. Güneş çoktan batmıştı. Hava, en zifiri hâline bürünmeye gönüllü, loş bir karanlığın esaretine girmişti. Normalde de pek ıssız olan bu yerlere akşamın bu saatinde gelmek, kasabadaki her genç kızın harcı değildi.

Gündüz telefonda konuşurken "Korkma!" demişti Arın ona. "Ben, bir yıldız olup yolunu aydınlatacağım..."

Bu sözler Dilem'in yüreğini ferahlatmaya yetmişti. Bunun üzerine değil gecenin karanlığına, cehennem ateşine bile kafa tutabileceğini biliyordu.

"Yüreğimi aydınlattın, yetmez mi?" diye karşılık vermişti Dilem de. Arın'ın iç çekişini telefonda yankılanan sesinden anlamıştı. Seviyorum, dememişti belki ama en azından kalbindeki yerini biraz olsun belli edebilmişti.

Tepeye doğru tırmanırken acaba bu yolun sonu nereye varacak, diye merak etmeden de duramıyordu. Arın hâlâ ortalıkta yoktu. Daha da beteri, onun buralarda bir yerde olduğuna dair en ufak bir işarete bile rastlamamıştı.

"Acaba beni şelâlede mi bekliyor?" diye mırıldanıp adımlarını biraz daha hızlandırdığı anda beklenmedik bir şey oldu. O adım attıkça yavaş yavaş yanmaya başlayan ışıklar sanki bir ateş böceği ordusu gibi ayaklarının etrafını sarıyordu. Neye uğradığını şaşıran Dilem aniden durunca yürüyüş istikametinde ilerleyen ışıklar da bir anda durdu.

"Bu da ne?" diye söylenip önündeki boşluğa doğru baktı fakat karanlıktan yine hiçbir şey görünmüyordu. Yola devam etmekten başka çaresi olmadığını anladı. Bir iki adım daha ilerlediğinde birkaç ışık daha yandı ve Dilem o an bu işin esprisini anladı. Arın ona, "Yolunu aydınlatacağım..." derken demek ki bundan bahsediyordu. Sevinçle parlayan yüzü ışıklara kafa tutarken adımlarını bu dilsiz ateş böceklerinin arasına karıştırdı.

Bu görsel şölenin ortasında birkaç dakika daha yol aldıktan sonra, sabırsızlığı devreye girdi. Soluklanmak için kısa bir mola verdiğinde önündeki ışıklar da durdu. Dilem hafifçe tebessüm ederek yüzüne dolanan saçlarını geri savurup arkasına baktı. Geçtiği yerleri aydınlatan ışıklar kıvrımlı bir yol gibi parlıyordu. Manzaranın güzelliğinin sarhoşluğuyla tekrar önüne döndüğünde daha büyük bir sürpriz onu bekliyordu. Karanlığı delen ışıklar bu kez de bir kulübeye yarenlik ediyordu. Kırların ortasında, küçük bir locayı andıran yapı, üzerinden şelâle gibi akan renkli ışıklar ve simsiyah tüllerle süslenmişti. Derken kulübenin ön tarafındaki ışıklı perde usulca aralandı ve son derece şık takım elbisesi ve özenle taranmış saçlarıyla oldukça yakışıklı görünen Arın dışarıya çıktı.

Dilem, daha onu görür görmez yoğun bir kalp çarpıntısına tutuldu. "Arın!" diye fısıldadığında kendi sesindeki efsun tüylerini ürpertmeye yetti. Beğeniyle parlayan gözleri Arın'ı tepeden tırnağa süzerken Dilem bir an nefesinin kesileceğini hissetti. 

Dilem'in bu hâlinden ziyadesiyle memnun olan Arın, o meşhur gülümsemesini takınmakta gecikmedi. "Hoş geldin!" derken onun da sesinde bambaşka bir tılsım vardı. Öyle ki sadece bu fısıltıyla bile Dilem'in kalbini bir kez daha fethettiğini anlayabiliyordu. 

Dilem ondan daha fazla uzak kalamayacağını anladığı anda tekrar yola koyuldu. Bu kez adımlarına söz geçiremiyordu. Aralarındaki mesafeyi öylesine bir hızla aşmıştı ki Arın'ın yanına gittiğinde nefesi boğazına sığmıyordu.

"Bu... Çok, çok güzel..."

Arın, Dilem'i kendine doğru çekip dudaklarıyla alnına bahar esintisi gibi bir öpücük bıraktı. Daha birkaç saat bile olmamıştı ayrılalı ama yine de onu çok özlemişti. Şimdiden bu kadar özlüyorken gittiğinde ne yapacağının telaşına düşen zihnini toparlayıp bu ana odaklandı. Onu kollarından bırakmadan usulca geri çekildi. 

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now