"BÖLÜM VI"

6.7K 469 289
                                    

Dilem, o sabaha içindeki tuhaf hisle uyandı. Midesinde delici bir kramp, kaburgasının altında da sanki yeri doldurulamaz bir boşluk varmış gibi hissediyordu. Bunun sebebi bugünün verdiği heyecan mıydı, yoksa orada, onca kişinin içinde bu batıl geleneğe mecbur olmaktan ötürü gönülsüzlüğü müydü, bilemedi. Zaten dünden beri bir garip hissediyordu kendini. İlk etapta bunu yorgunluğuna yormuştu. Üstüne bir de bugünün stresi eklenince kendisini sanki dipsiz bir kuyuya atılmış gibi hissediyordu. Gözlerini iyice aralayıp karnını ovaladıktan sonra ortamdaki seslere kulak kabarttı. Aşağıdan gelen tıkırtılar, babasının çoktan uyanmış olduğunun göstergesiydi.

"Dilem, haydi kızım çay nerdeyse hazır!" diye bağıran babasının sesi iyi geliyordu. Bu, Dilem'in güne iyi başlaması için en güzel sebeplerden biriydi. Artık kalkmalıydı. Hızlıca toparlanıp yataktan çıktı.

"Hemen geliyorum baba!" diye seslenerek yatağını toplama işine girişti. Etrafa da kısa bir çekidüzen verip asma katın tahta merdivenlerine doğru yol aldı.

Aşağı kata indiğinde, babasının çoktan uyanıp avluya kahvaltı masasını hazırladığını gördü. Yüreğine düşen burukluk içini ezmeye yetmese de keyfinin kaçması için yeterliydi.

"Aşk olsun baba, neden beni beklemedin? Yormasaydın sen kendini, ben hazırlardım kahvaltıyı..." diye biraz pişmanlıkla biraz da yakınırcasına konuşarak hızlı adımlarla babasının yanına gitti. Adamın elindeki tepsiyi alıp yanağına uzun, duygu dolu bir öpücük bıraktı.

"Hazırladım işte kızım, elime mi yapıştı sanki? Hem bugün senin işin çok bir de bunlarla uğraşma dedim."

"Aman ne işi baba? Alt tarafı beş dakikalık bir şey işte... Boyayı kar gel, maksat âdet yerini bulsun. Bana kalsa sıramı çoktan devrederdim ya işte bizim Mimoza'nın olayı abartıp köpürtmesi biraz da..."

Babası, taze demlenmiş çayı bardaklara doldururken yere eğdiği bakışlarını kaldırmadan düşünceli bir şekilde tebessüm etti.

"Öyle deme kızım, kırk yıllık geleneğimiz... Bunun da zevki, heyecanı bir başka."

"Hı hı tabii... Babacığım, söylesene Allah aşkına, boya kararken dilenen dilekle koca mı bulunurmuş? Bu tür inanışlar çok eskilerde kaldı, bu devirde kim inanır böylesi bir şeye?"

Muzaffer, büyükçe bir kahkaha attı. Dilem haklıydı haklı olmasına da kasabanın yıllardan beri süregelen geleneğini de bir çırpıda harcamak istemiyordu.

"Orası doğru kızım da işte böyle küçük yerlerin insanları da bu tür şenliklerle örflerine, ananelerine bağlılıklarını dile getiriyor bir yerde. Atadan, babadan bir miras kalsın, çoluk çocuk, ahali bu vesileyle bir araya gelip kaynaşsın istiyorlar. Hem sen inanmıyorsun ama biz de Ceylan'ımla onun boya kardığının senesine kaçmıştık unuttun mu? Belki bir tesadüf belki de yazgı ne dersen de ama böyle işte..."

"Babam, senin gibi bir adamın karşıma çıkacağını bilsem değil boya karmak boya kazanının içine kendimi atardım emin ol." Dilem, tekrar babasının boynuna sarılıp burnunu onun göğsüne dayadı. Babasının mis gibi kokusunu içine çekip şu anki durumuna şükretti. Ayrılırken de: "Öyle olsun bakalım. Ne yapalım, birkaç dakikalığına da olsa katlanacağız artık değil mi?" deyip vurdumduymaz bir tavır takındı. "Mimoza birazdan burada olur, o gelmeden kahvaltımı bitireyim bari..." demeye kalmadan avlunun ahşap kapısı gürültüyle açıldı. Gelen tahmin ettiği gibi Mimoza'ydı. O her zamanki coşkusu ve neşesi de beraberinde gelmişti.

"Günaydın Muzaffer amca, günaydın Günün Yıldızı!" diyerek abartılı bir giriş yaptığında Muzaffer Bey gülümseyerek: "Gel kızım gel, kaynanan seviyormuş bak, sofra üstüne geldin." dedi.

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now