"BÖLÜM XXVI"

3.4K 344 423
                                    

"Hadi Sezer, hadi!" diye bağıran Arın, konağın merdivenlerini üçer beşer inerken kendisindeki telaşın zerresinin bile Sezer'de olmayışına bir kez daha sinirlendi. Yıllardır süren dostluklarında artık buna alışması gerekirken o tam tersine Sezer'in bu rahat hareketlerine daha da sinir olmaya başlıyordu. Hâlbuki Sezer hep böyle biriydi, değişemezdi. Arkadaşlıklarında, kontrollü ve dakik olan Arın'ken Sezer onun tam aksi bir tutumda, oldukça rahat ve pervasızdı. Çoğu zaman onun bu tavrı işe yaramıyor da değildi. Fazla disiplin bazen işlerin daha da sarpa sarmasına zemin hazırlayabiliyordu. Tıpkı son zamanlarda şirketin içinde bulunduğu durum gibi.

Arın birçok defa kendini bu durumu sorgularken buluyordu. Acaba Sezer gibi olmak işleri daha mı kolaylaştırırdı, demekten kendini alamıyordu. Buna sebep biraz da en sıkışık zamanlarda Sezer'in işleri bir çırpıda çözme yeteneğinden kaynaklanıyordu ki Arın bazen onun elinde sihirli değnek olduğundan bile şüphelenmiyor değildi. 'Neden ben de öyle olmayayım?' Bu fikrin cazibesinin Arın'ı etkisi altına alması çok sürmedi. Artık yeni bir döneme giriyordu. Gerek iş gerekse özel yaşamında yeni kararlar almalıydı. Dilem'in onda yarattığı bu pozitif enerjiyi olumluya çevirmenin vaktidir diye düşünürken yüzünde oluşan tebessümden habersizdi.

Son basamağı zıplayarak indiğinde, antrede Nazende Hanım'la karşılaştı. Bahçeye kurdukları kahvaltı sofrasını toparlayan Nazende, yavaş adımlarla elindeki tepsiyi taşıyordu. Kadın bir yandan işini yapmaya çalışırken bir yandan da inlemeleriyle yıllara dolu dolu bir sitem yolluyor gibiydi. Arın, onun bu hâline daha fazla seyirci kalamadı.

"Ah be Nazende Sultan! Sana mı kaldı bu işler?" 

Kadın bir an duraksadı. "He bana galdı ya başka gime galacaktı ki?" 

Arın ara ara evde gördüğü kızı anımsadı. "Hani bir kız vardı buralarda dolanan. O nerede? Bıraksana o yapsın."

Yaşlı kadın gülümsedi. "Ha bizim Çiçek'i diyon sen! O buranın galıcısı değil ki oğul, iki üç günde bir gelir, evi dip bucak temizleyip gider. Hepi topu bu..." 

Arın kadını anladığını belirten bir işaret yaptıktan sonra ona doğru yeltendi. 

"O zaman sen ver bana onları, ben hallederim..." 

Nazende bu teklife önce itiraz etmek istedi. " Aa, hayatta olmaz. Benim işim bu. Ben duruuken sana mı düşeemiş bu işlee..." Elindeki tepsiyi gövdesinin yanına çekerek engel olmaya çalıştı fakat Arın'ın kararlılığı daha baskın geldi.

"İşin filan değil Nazende teyze, zaten geldiğimizden beri başına bir ton iş çıkardık. Bari bırak da bunları ben götüreyim."

Arın, kadının elindeki tepsiyi kaptığı gibi son derece keyifli bir şekilde mutfağa doğru giderken yaşlı kadın merdivenin tırabzanına yaslanıp onu izledi. Nicedir yanlarında olduğu Boranlı Beylerinin hiçbirinden bu derece bir alaka görmemişti. Arın'ın çocukluğunu hatırladıkça ileride onun da diğerleri gibi olacağını düşünmüştü hep. Zor bir çocukluk geçirmişti. Babasının otoritesinin altında çevresine ördüğü buzdan duvarları eritmenin, içine bir sıcaklık düşürmenin derdine düştüğünü gördükçe, karı koca ikisi de bu duruma kahroluyordu. Elden de bir şey gelmemesinin çaresizliğiyle kıvranıyor, Boranlı soyunun tek mirasçısı olan bu küçük çocuğu gizli köşelerde sevgileriyle sarmalamaya uğraşıyorlardı. Fakat şimdi durum öncekilere göre biraz daha farklı gibiydi. Arın'ın buraya geldiğinden beri ne kadar değiştiğini gördükçe de hayrete düşmeden edemiyordu. Neydi onu bu derece değiştiren? Bu sorunun cevabını çok fazla düşünmesine gerek yoktu. Her şey gün gibi ortadaydı. Bir insanı bu denli değiştiren, kaskatı yüreğine merhem olan şey ancak bir sevda olabilirdi. Zira kulağına çalınan söylentiler de bunun habercisiydi. 

BORANLI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now