18. Bölüm

42.8K 1.9K 218
                                    


Yüzündeki o neşeli gülümseme yavaşça kaybolup yerini şaşkın bir ifadeye bırakırken, "Melisa?" dedim, içime doğru. O kapının diğer tarafında, ben içeride, ikimiz de birbirimize sorgulayıcı bakışlar atıyorduk ama bir farkla. Onun yüzündeki ifade oldukça kızgın, benimki ise annesinin yemek takımından bir parçayı kırmış gibi masumdu. Ama kesinlikle suçlu hissetmiyordum çünkü şu an aklından geçenleri tahmin etmesi zor değildi ve ben yanlış bir şey yapmamıştım. Eğer yapmış olsaydım da bu onu ilgilendirmezdi. Kaan'la flört ediyor olabilirdi fakat sevgili olmadıkları bariz belliydi. Bu durumda şu sorgulayıcı bakışları oldukça yersizdi. Olabildiğince rahat bir tavırla yana çekilip kapıda yer açarak, "Geçsene içeri," dedim. Bu teklifimi bekliyormuş gibi elinde iki adet kahve bardağıyla içeriye girdi. Topuklarının sert sesi parke zeminde yankılanırken arkasından kapıyı kapatıp, önümde ilerleyip yüzünü bana dönünde duran Melisa'yı takip ettim. Dudaklarının kenarlarına yerleşen alaylı bir ifadeyle üzerimi baştan aşağı süzdükten sonra gözlerimde durdu. Mavi gözleri tüm nefretiyle bakarken işin renginin sandığımdan daha şiddetli bir hızla değiştiğini anladım.

"Hepsi senin olsun istiyorsun, değil mi?" Geldiğinden beri ilk kez konuşmuştu ve ben bu tavrı karşısında buz gibi hissetmiştim. Karşımdaki yakın arkadaşlarımdan biri değil de hiç tanımadığım ürpertici bir kadındı sanki.

"Ne dediğinin farkında mısın?" Şu anda ne hissediyor olursa olsun benimle bu şekilde konuşamazdı.

"Önce Tuna, şimdi Kaan." Tuna ne alakaydı? Doğru soru; Tuna'dan ona neydi? "Sırada kim var İklim?"

Ona doğru bir adım atıp gözlerine ben de olabilecek en korkunç ifademle baktım. "Tuna derken?"

Dudaklarından alaycı bir gülümseme döküldü. "Zaten harika bir kocan vardı. Neden onu bırakıp başkalarını avlamaya çalışıyorsun?"

İşte tam da bu nokta gözümün döndüğü noktaydı ve bunun için geçerli sebeplerim vardı. Birincisi; Tuna'nın harikalığı onu hiç ama hiç ilgilendirmezdi. Ona harika diyen dili koparırdım. İkincisi; ben erkek avcısı bir kadın değildim. Bununla suçlanabilecek de en son kişiydim.

"Ağzını topla," diye ağzıma geleni saymak üzereyken merdivenlerden inen Kaan'ın sesiyle ağır cümlelerimi yuttum.

"Ne bu gürültü? Akif mi geldi?" Merdivenin en alt basamaklarına gelip de karşısında bizi gördüğünde sorusunun cevabını alarak duraksadı. Neyse ki üzerinde bornoz yerine eşofman altı ve tişört vardı da durumu olduğundan berbat bir hale dönüştürmemiştik. Ama elindeki küçük havluyla ıslak saçlarını kuruladığı için azıcık daha batmış olabilirdik. Havluyu omuzlarında serbest bıraktığında duruşunu dikleştirerek Melisa'ya baktı doğrudan. "Senin ne işin var burada Melisa?" Sorusu yargılayıcı değildi, aksine meraklıydı. Benim de evime sabahın bu saatinde birisi gelse ben de aynı soruyu sorardım.

Melisa omzuma çarparak yanımdan geçip giderken arkasından bir tekme sallayıp yeri öptüresim gelmişti ama kendimi frenledim. Kaan'ın önünde durduğunda az önce bana attığı bakışların daha da soğuğunu onun gözlerine ışınlayarak kahvelerden birini sertçe eline verdi. Kahvenin birazı taşıp Kaan'ın ayaklarına dökülürken, o yandığına dair en ufak bir mimik belirtisi bile göstermemişti. Refleks olarak kahveyi tutarken bulmuştu hatta kendini. "İşe geçmeden seninle bir kahve içeriz diye düşünmüştüm ama sen içeceğini içmişsin." Bu kadardı. Bunu dedikten sonra ışık hızıyla evden çıkıp kapıyı da olanca gücüyle çarptı.

Kaan tüm şaşkınlığıyla, "Bu neydi şimdi?" derken kafamı iki yana gözlerimle ikimizi işaret ettim. Olayı kavraması o kadar da zor değildi, olmamıştı da. "Hadi canım!" dedi önce. "Yok artık ama."

USLANMAZ | Yarı TextingWhere stories live. Discover now