56. Bölüm

32.7K 1.6K 411
                                    


Elimde telefonla uyuya kaldığım gecenin sabahında Nazlı ile kahvaltı programım vardı. Onunla baş başa konuşmayalı uzun zaman olmuştu ve hayatındaki detayları deli gibi merak ediyordum. Özgür Abi, bugün tatili olmasına rağmen bizim için sevgilisiyle geçireceği koca bir günü feda etmiş ve vaktini ailesine ayırmaya karar vermişti. Her bir aile ferdinin bu piknikte olacağını duyduktan sonra birilerini merak etmeme gerek kalmamıştı. Bahar'a yazmamış olsa bile nerede olduğunu bildiğim için içim rahattı. Kafasına esince yazardı nasılsa.

Üzerime rahat bir şeyler giyip kalın hırkamı da aldıktan sonra evden çıktım. Bu semte de yavaş yavaş alışıyordum. Kaan da yakınımda oturuyordu ama henüz onun evine gitmemiştim, o da taşındığım günden sonra bana gelmemişti. Güya bir de her akşam yemeğinde üstümden geçinmeyi planlıyordu ama görememiştik beyefendiyi. Belki de evlenmekle falan uğraşıyordu, kim bilir? Kaan'ın, anlaşamadığım biriyle evlenmesini kaldıramazdım herhalde. Sapına kadar görümcelik yapmak istiyordum çünkü. Şimdilik bu görümceliği Nazlı üzerinden yapıyordum ama ona karşı sevimsiz bir görümce de olamıyordum ki. Hayaller eltilik, hayatlar görümcelik.

Yarım saati biraz geçe her zamanki kafemizin önüne geldiğimde arabayı müsait bir yere park edip indim. İçerideki en sıcak köşeye gömülmek için acele ederken, yazın dışarıda oturduğumuz günlere hasrettim. Ne severdim yaz mevsimini. Bu yaz da epey hareketli geçmişti ama geçmişti sonuçta. Boş bulduğum masaya oturduğumda yanan soba sayesinde biraz ısınmaya başlamıştım.

"Hoş geldiniz," diyerek menüyü önüme bırakan garsona gülümsedim.

"Arkadaşım gelince sipariş vereceğim."

"Tabii efendim." Çocuk da tatlı bir gülümsemeyle yanımdan uzaklaştığında çantamdaki telefonumu çıkardım.

"Beni mi arıyordunuz?"

Tepemde dikilen Nazlı'yı fark etmemle telefonu bırakıp ayağa kalktım.

"Nereden bildiniz?"

Sarıldıktan sonra karşıma geçip oturdu.

"Çok beklettim mi?"

"Yok, yeni geldim ben de." Hafiften sıcak olmaya başlayınca üzerimdeki hırkayı çıkarıp yan koltuğa bıraktım. "E, ne yiyoruz?"

"Serpme kahvaltı söyleyelim mi?"

"Olur valla. Özledim uzun uzun kahvaltı yapmayı." Karar verdikten sonra siparişimizi de verip kahvaltı gelene kadar sohbete başladık. Ona sormak istediğim şeyler vardı ama kendi hayatımdaki son gelişmeyi anlatmayacaktım. Bir süre Nazlı'nın da bilmesini istemiyordum, Tuna ile internetten konuştuğumu.

"Yerleştin mi eve?"

"Son gördüğünüz halinden daha iyi durumda en azından. Ufak tefek şeyler kaldı yerleştirmediğim ama onlara daha çok üşeniyorum. Yeni bir şeyler de almak istiyorum sağa sola. Tablo, vazo falan."

"Tablo demişken," derken bile neyin geleceğini anladım. "Tuna'nın aldığı tablo ne anlama geliyormuş?"

"Benim yüklediğim anlamlarla Tuna'nın şu sıralar bana takındığı tavır uyuşmadığı için emin olamıyorum."

"Hım?" Kaşlarını kaldırıp sorarken neden işkilleniyordum? "Sen yine de bana bir söyle."

"Yani birkaç anlama geliyor olabilir tabii." Omuz silktim. "Önce aklıma 'seninle dünyayı dolaşmak istiyorum,' diyebileceği geldi. Bunu hep isterdi ama işler yüzünden gidemezdik malum. İstanbul'a sevdalı bir adam ama aynı zamanda dünyaya da sevdalı. Elinde makinesi olsun; o dağ senin, bu deniz benim gezsin çok sever."

USLANMAZ | Yarı TextingWhere stories live. Discover now