6. BÖLÜM

618 61 156
                                    


   Hani, bazı anlar olurdu. Yüreğinizin üzerine konmuş olan kuşun narince kanatlarını çırpışını hissederdiniz. Öyle güzel, öyle zarif bir his bahşederdi ki size, onu korkutup kaçırmamak için nefesinizi tutmuş hâlde bulurdunuz kendinizi. Ciğerlerinize hapsolmuş o nefesin neye mâl olacağını bilmeden ve hatta, çoğu zaman bunu umursamadan, yalnızca sizin gözlerinizin içine bakan kuşun büyüsüne kapılırdınız. Dün, bugün, yarın yahut oluşabilecek herhangi bir zaman dilimi... Artık hiçbirinin bir önemi kalmazdı.

Pusat'ın fısıldayarak sarf ettiği kelimelerden sonra benim için de pek bir şeyin önemi kalmamıştı açıkçası. Ona, sevmeyi öğrenebileceğini söylemek istemiştim. Aynı anda hem bana bu kadar iyi gelip hem de kendimi kötü hissettirmesine gerek olmadığını, benim de bir kalbim olduğunu, belki bir de eğer bana doğru yollardan yaklaşırsa kendisini sevebileceğimi bile söylemek istemiştim. Ama hiçbirini yapamadım. Gücüm çekilmiş gibiydi, gün boyu ağlamış olmamdan kaynaklanıyordu ve artık sadece biraz da olsa huzur istiyordum.

"Seni bu hâle getiren şeyin ne olduğunu söyleyecek misin artık?" dediğini duydum. Daha önceki sözlerine herhangi bir karşılık verememiştim, o da zaten sanki elektrik çarpmış gibi bir anda kendisine gelmiş ve kollarını benden ayırarak başka bir koltuğa geçmişti. O zamandan beri de sessizlik tarafından esir alınmıştık ki Pusat bu durumun fazla uzun sürmesine müsaade etmeden kontrolü devraldı.

Boğazımı temizledim ve sırtımı yasladığım koltuğa daha da gömüldüm, artık ağlamayı kesmiş olmama rağmen sorduğu soru burnumun direğinin sızlamasına sebebiyet verdi. "Önemli bir şey de-"

"Bahane kısmına ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum," Kollarını gövdesinde birleştirmiş, bana dikkatle bakıyorken oturduğu yerden bile heybetli bir duruş sergiliyordu. "O yüzden dökül bakalım."

Normal şartlarda sorunlarımın varlığını kabullenmek yerine onları zihnimin en derinlerine göndererek kafamı dağıtmaya çalışır, günlerimi ve hatta aylarımı bu şekilde geçirir, en sonunda ise her şey üzerimde yığılmış bir hâlde Berkant abinin kapısını çalarken bulurdum kendimi. Dışarıdan sanılanın aksine öyle sürekli ağlayan bir insan değildim aslında, çıtkırıldım bir yapım hiçbir zaman olmamıştı zira ben 'annesinin kuzusu' ya da 'babasının prensesi' laflarıyla büyütülmüş bir çocuk olmamıştım.

Bir sorunum olduğunda ağlamak yerine susmam söylenmişti bana, çözmek yerine kaçmayı öğrenmiştim ben. Hiç kimse ne hissettiğimi umursamamıştı, yalnızca onlara layık bir çocuk olmalıydım, o kadar.

İşte bu yüzden, her ne kadar dışarıdan bakan bir insanın bana yakıştıracağı sıfatların en başında 'şımarık' kelimesi gelecek olsa da ben kendi kendini büyütmek zorunda kalmış bir kız çocuğuydum aslında. Şimdi birinin karşıma geçmiş bana sorunumun ne olduğunu sorması, üzüntümü hafifletmeye çalışması, beni düşündüğünü belli eden sözler sarf etmesi öyle yabancı hissettiriyordu ki yeniden ağlama isteğimin tetiklenmesine neden oluyordu.

"Ben... Nasıl anlatacağımı bilmiyorum," diye mırıldandım, o esnada bakışlarım parmaklarıma inmişti. Artık karanlığa alışmış olan gözlerim sayesinde daha rahat görebiliyordum ve yalnızca tırnaklarıma bakabiliyordum. "Yani, uzun biraz aslında. Sıkılırsın. Anlatmayayım ben. Hem zaten geçti, daha iyiyim."

Pusat'ın sıkkın bir nefes verdiğini duyduğumda, bunun sebebini anlayabilmek için çekinerek de olsa kafamı kaldırdım. Derin anlamların ardına sığınmış kahveleri her zamanki gibi zihnimi delip geçmeye uğraşıyorlardı. Anlam veremiyordum. Onun hakkındaki her şey çok garip geliyordu bana.

"Sana uzunluğunu ya da kısalığını sorduğumu hatırlamıyorum," dedi, oldukça net bir tonda. Onun karşısında ilk defa çekingen bir tavırla duruyordum ve nedensizce bu hâlimden rahatsız olduğu düşüncesine kapılmıştım. "Sadece 'Anlat.' dedim."

ALTÜST (+18)Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon