Bölüm 49

80.9K 3.3K 1.1K
                                    

"Emre," dedim bıkmış bir şekilde. "Podyuma çıkmayacağım, yeter." Omuzlarım günün yorgunluğuyla çökmüştü. Emre, sabah henüz kargalar bile uyanmadan gelmişti. Yataktan beni bin bir zorlukla kaldırdıktan hemen sonra duşa girmemi sağlamıştı. Sanki yıllardır kendime bakım yapmıyormuşum gibi baştan sona tüm bakımlarımı yapmamı sağlamıştı. Kulağa kolay ve kısa sürüyor gibi gelse de oldukça yorucu ve zahmetliydi.

Sonuçtan son derece memnun olmam, yorulduğum gerçeğini değiştirmiyordu ne yazık ki.

"Ay bi' sussana sen ya," dedi yüzünü buruşturarak. Yatakta bağdaş kurarak oturmuştu ve önünde oje setinden oje seçmeye çalışıyordu. Oysa istediğim tonları söylemiştim, on dakikayı oje seçmek için ayirmak mantıksızdı ama bunu Emre'ye söylemek demek kulak zarımın zedelenmesi demekti. Gerek yoktu yani. "Sabahtan beri başımın etini yedin, enerjimi sömürdün, aydınlık günümü kararttın." Eline aldığı tırnak törpüsünü tehditkar biçimde ileri geri sallayıp devam etti. "Bir kere daha itiraz temalı bir cümle kurarsan gününü sabote ederim."

Son dediğinin imkansız oluşuyla gözlerimi devirip "Sanki Devran'da izin verir," diye homurdandım. Sözlerimi duymuş olmalıydı ki törpüyü bana fırlattı. Neyse ki beceriksiz bir nişancıydı. "Dilini fiyonk yapmak istiyorum ama sevgilinin başka bir yerlerimi fiyonk yapmasını istemediğim için yeltenmiyorum bile." Kıkırdayıp oturduğum yerden ayağı kalktım.

Devran'ın bahsinin geçmesiyle kalbim özlemle doldu. Bugün bir defa arayabilmişti, onda da telefonu Emre açmıştı. Konuşmamı bırak, sesini duymama dahi izin vermemişti. Ardından da telefonumu tamamen kapayarak irtibata geçmemizi önlemişti. Odaya da kimseyi almıyordu, manyak. Bugün kırk defa yaptığım gibi yine ayaklanıp dolabımın kapağında asılı olan elbisenin yanına ilerledim.

Tamamen dantellerden oluşan beyaz elbise dizlerimin altına kadar uzanıyordu. Üst kısmında astarı olmadığı için tenimi fazla belli olmasa da neticede gözler önüne serecek olan elbisenin kolları da uzundu. Göğüs kısmı haricinde üst taraf yalnızca dantelden oluşuyordu. Derin bir göğüs dekoltesinin yanı sıra omuzlarımı da tamamen açık bırakacaktı. Sırtı da yarı yarıya açık sayılırdı.

Tepkisinden deli gibi çekinsem de elimi dantellerden oluşan elbisede gezdirirken konuşmadan yapamadım. "Elbiseye de ısınamadım pek," diyerek yalan soyledim. Dibim düşmüştü, yine de yüzümde düz bir ifade vardı. Sözlerimi idrak eder etmez gözleri kocaman açıldı. Sanki elbiseye değil de kendisine ısınadığımı söylemişim gibi abartılı bir tepki verdi, ellerini göğüs kafesinin üstüne koyarken "Üstüme iyilik sağlık," diye haykırdı. Neyse ki evdekiler Emre'nin sürekli bağırmasına alıştıkları için odaya kontrole gelmiyorlardı. Üstümdeki bornoza daha sıkı sarılıp sırtımı dolaba yasladım.

"Ulan tasarım o elbise, ne demek ısınamadım. Burada ısınamayacak biri varsa o da elbisedir, sen değil. Hadsiz." Söylenirken yataktan kalktı. Ayağında bana ait olan siyah renkte, kırmızı ponponlu çoraplarla onu ciddiye alamayıp sessizce kıkırdadım. Ayağı hareket ettikçe ponponlar sallanıyordu, komikti. Aşağı kattan getirdiğimiz, camın önündeki sandalyeyi alıp makyaj masasının önüne getirdi.

"Elbise kötü değil tabii, sadece böyle bir günde Devran ile aramızda huzursuzluk çıksın istemiyorum," dedim dekolteleri ima ederek. Emre bileğimden tutup beni masanın önündeki pufa oturtturdu. Daha sonra nude tonlarda bir ojeyle yanıma gelip az evvel koyduğu sandalyeye oturdu. "Çıkmaz," dedi uzatarak. Kendinden emin oluşu beni de bir miktar rahatlattı. O sırada da elimi alıp beyaz bir kumaş serdiği dizine yerleştirdi. "Seni gördüğü an adamın tüm sistemleri değişiyor. Kan üstteki beynine değil alttaki beynine gidiyor. Eh," eliyle boydan boya beni gösterdi. "Gitmesinde ne yapsın."

Başı Yok Sonu ÇokWhere stories live. Discover now