Ana Dilim Aşk 1 ❤ 1

220K 4.9K 368
                                    

Öncelikle herkese merhaba,

Seneler sonra bu hikayeyi buraya tekrar yüklemeye karar verdim. Ufak tefek yazım hataları olursa affedin. Kopyala yapıştır yapacağım için bazı kelimeler birleşik ya da eksik olabilir. Görmezden gelin olur mu?

Rahatsız olanlar Ana Dilim Aşk 1 kitabının yazım hatasız halini kitapçılarda bulabilir. Seviliyorsunuz (kalp)

*

EFLAL
Her uyandığımda, o boş ama bizim olan odayı özleyeceğim aklıma bile gelmezdi. Seneleri unutmak için tabi ki birkaç ay yeterli değildi. Zamanla buraya da alışacağımı biliyordum ama şu ara gözümü açtığım an beni selamlayan beyaz yerine lila rengi duvarlar kendimi kötü hissetmeme neden oluyordu. Annem ben beş yaşındayken meleklere özenip kendi hayatına son vermişti. Sanırım bir çocuğa annesinin ölümü ancak bu kadar masum anlatılabilirdi. Beni kaderime terk edip intihar eden annemden sonra duyduğuma göre, kimse sorumluluğumu almak istememişti; sanırım anne tarafının benimle bir sorunu vardı. Baba tarafımın ise sorunu yoktu, çünkü benim bir babam yoktu. Bu yüzden daha beş yaşında bana yetimhane yolları gözükmüştü. Beş yaşında bir çocuk için o büyük duvarlar ne kadar korkutucudur, tahmin bile edemezsiniz. İlk günler bağıra bağıra ağladığımı hatırlıyorum. Geceleri ise, kimse duymasın diye yastığı suratıma bastırarak ağlamaya devam ettiğimi. Ta ki yorgun düşüp uyuyana kadar...
Şu anda ise oraya dönmek için saatlerce ağlayabilirim.
İçimi rahatlatmak istercesine nefes alıp yatakta döndüm. Yanımdaki yatakta cennetin hurilerinden biri olacağına inandığım arkadaşımın hala uyuduğunu görünce gülümsedim. Hayal; Yetimhanedeki en yakın dört arkadaşımdan, tek kız olanı. Biz bu dünyaya çileli geldiğimizi düşünürken, bencillik yapıyorduk; O, hayata gözlerini bizden iki kat çileyle açmıştı. Hangi anne, canından yeni kopardığı bebeğini, hastanede bırakıp kaçar? Sanırım Hayal istenmeyen bir bebekti ama onu isteyen birileri vardı; Yetimhane Müdür Bülent Amca. Peki, hayat ondan ailesi dışında ne almıştı?
Konuşma ve duyma yetisini
''Eflal!''
Mert. Dört arkadaşımın arasından en yakın olduğum, belki de en değer verdiğim kişi, grubumuzun abisi. Yaşı gereği bizden iki sene önce yetimhaneden ayrılmış ve bizim çıkacağımız güne kadar yeni hayatımıza bir zemin hazırlamak için uğraşmıştı. Hatta bu uğurda, 'Okul ile işi aynı anda götüremem' diyerek kazandığı üniversiteyi dondurmuş, ama bu sene benim zorumla tekrar kayıt yaptırmıştı.
''Geliyoruz!''
Miskin bir şekilde yataktan doğrulup gerindim. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp esnedim. Çıplak ayaklarımın soğuk zemine değmesiyle titrerken, ayaklarımı sürüdüm ve terliklerimi buldum. Yavaşça ayağa kalkıp, ses çıkararak esneme hareketleri yaptım. Bu rahatlığım Hayal'in hiçbir şey duymamasından dolayıydı ama uyandırırken bu kadar rahat olamazdım. Yavaşça yanına gittim, uyanırken ürkmemesi için yetimhanedeki ablaların yaptığı gibi saçını okşadım. Gözlerini birkaç seferde açtı. Beni gördüğü gibi yüzünde bir gülümseme oluşurken ''Günaydın,'' dedim. Hayal dudak okuyabiliyordu. Sadece yavaş ve tane tane konuşmamız gerekliydi. ''Mert'in gazabına uğramadan kalksak iyi olur.'' Hayal kıkırdayarak yataktan doğruldu ve işaret diliyle ''Bence sen, her türlü gazabına uğrayacaksın.'' dedi.
Bülent Amca'nın bize öğrettiği en önemli şey; hayata 1-0 yenik başlasak bile bunu telafi edebileceğimizdi. On sekiz yaşına geldiğimizde yetimhaneden ayrılmamız gerekiyordu. Hayatımızı devam ettirebilmemiz için bir işe ihtiyacımız vardı, yenilmişliğimizi telafi etmek içinde bir mesleğe. Bülent Amca'nın desteğiyle, arkadaşlarıma bu durumu aşılayıp zorla ders çalışmalarını sağlamıştım. Bana sinir oluyorlardı, özellikle de erkekler ama bu durumdan zerre kadar pişman değildim. Çünkü bu sayede, hepsinin burs alabilmesini sağlamıştım. Belki aynı bölümleri kazanmamıştık ama en azından aynı üniversiteye gidebiliyorduk.
Sıkıntıyla iç çekip ''Başa gelen çekilir.'' dedikten sonra odadan çıktım. Artık evimiz dediğimiz yer, sıradan bir mahallede, giriş katında bulunan ufak bir apartman dairesiydi. Öylesine boştu ki, bu sadece eşyalardan dolayı kaynaklanan bir şey değildi. Sanki bunca zamandır evin içinde hiçbir anı dolanmamış, çıplak duvarlara hiçbir hikâye yazılmamıştı. Belli ki çok uzun süre bu evde kimse yaşamamıştı, belki de baskın rutubet kokusundan dolayı kimse yaşamak istememişti. Bu mevsimde, sürekli cam kapı açık olduğu için sorun olmasa da, kışın Doğu'nun astım atakları geçireceği kaçınılmazdı.
Doğu. Belki de aramızda en şanslımız o'dur. Çünkü on iki yaşında yetimhaneye gelmişti. Tam on iki sene ailesiyle yaşamıştı. Bir trafik kazasında annesi ve babası vefat edince kimsenin sahiplenmediği çocuğa yine Bülent Amca kol kanat germişti. İlk zamanlar olayların şokundan mıdır bilinmez, ağlamak yerine sessizce yatağında oturmuştu. Kimseyle iletişime geçmezken, her geçen gün biraz daha içine kapanmıştı. Ta ki Eren'le tanışana kadar...
Ah Eren. İçindeki fırtınaları dışına yansıtan çocuk... İlk zamanlar o kadar asiydi ki, onunla konuşmak imkânsızdı. İçinde babasına duyduğu nefret sanki tüm vücudunu ele geçirmişti. Başlarda ondan deli gibi korkarken, zaman geçtikçe aslında göründüğü gibi olmadığını anlamıştım. Mert sayesinde. Duvarları vardı ve en yakın arkadaşının hatırı için bizimde o duvarlardan geçmemize izin vermişti. Mert gittikten bir sene sonra o da yetimhaneden ayrılmak zorunda kalmış, bizim için bir hayat mücadelesine başlamıştı.
''Hele şükür. Ufacık koridoru beş dakikada bitiren tek insansın.''
Eren'e dil çıkartarak çekyatların birine oturdum ve Doğu'nun bizim için hazırladığı tostlardan bir tanesini elime aldım. ''Hayırdır yine hayatımızı film şeridi gibi gözlerinin önünden mi geçirdin?'' diye sorduğunda kahkahalar havada uçuştu. Gözlerimi kıstım. Sanırım kendimi bildim bileli sabah kalkar kalkmaz yaptığım ilk şey, hayatımın bir özetini çıkarmaktı. Ya nereden geldiğimizi unutmaktan korkuyordum ya da hatırlayarak güçlü kalmaya çalışıyordum.
''Çok komik değil mi Doğu? Benimle uğraşacağın zamanı tosta verseydin, şu anda bu kapkara şeyi yemek zorunda kalmazdık.''
Sadece sinir olduğum için bunu söylemiştim. Aslında Doğu çok güzel yemek yapardı ve bu zamana kadar aç kalmamamızın en büyük nedenlerinden biri o'ydu. Doğu'nun şaşkınlıkla alnı kırışırken ''Farkındaysan kız olan sensin, yani bu işleri senin yapman gerekiyor. Buna rağmen ben yapıyorum, bir de laf yiyorum. Madem beğenmiyorsun, bir dahaki sefere güzellik uykunu daha kısa tut ve kahvaltıyı sen hazırla. Zaten ne kadar uyursan uyu bir işe yaramıyor.''
Resmen bir söyle bin laf işit buna deniyordu. Verdiği cevaplar karşısında ağzımı kapatmakta zorlanırken arkamdaki yastığı Doğu'nun kafasına fırlattım. Aldığı darbeyi beklemediği için elindeki çay bacağına döküldü. ''Ah!'' diye feryat ederek ayağa kalktı. Bir dakika, sadece bir dakika yandığını düşünerek vicdan azabı çektim. ''Hem sakar hem çirkin.'' demesiyle azabım öfkeye dönüşürken ''Doğu!'' diye bağırdım.
''Ne bağrışıyorsunuz?''
Duyduğum tapılası sesle arkamı döndüm. Mert'in çoktan hazırlanmış olduğunu gördüğümde gülümsememe engel olamadım. ''Okula gitmek istemeyene bakar mısınız?'' dediğimde ''Eflal, kaşınma güzelim,'' diye uyardı. Dudaklarımı birbirine bastırırken yanıma oturup sehpanın üzerindeki tostuna uzandı. Bu sırada tişörtünün altından dövmesi gözüktü. Oldum olası yapılı bir çocuktu ama bizden ayrı kaldığı süre belli ki ona yaramıştı. Sadece çalışmamış, vücut geliştirmiş ve orasına burasına dövmeler yaptırarak o şahane vücuduna zarar vermişti. 'Kesin aklına Eren girdi.' diye düşünürken ''Şunun kafasına vurun da kendini bir resetlesin. Yine gözleri takılı kaldı.'' diyen Eren'e gözlerimi kısarak baktım. Beni taklit etmesi sabrımı son demlerinde dolaştırıyordu. Mert'e dönerken yaklaşık bin kere sorduğum soruyu tekrarladım.
''Şu dövmeleri yaptırırken gerçekten canın hiç acımadı mı?''
''Hey Allah'ım ya'' Eren'i duymazdan gelip Mert'in gözlerinin içine baktım. Ağzındaki lokmayı bitirmeden ''Acımadı Eflal.'' dedi. Sesindeki bıkkınlığa rağmen ''Sırtındaki de mi acımadı?'' diye sordum. Nefesini dışarı üfledi. Arkamdan bir elin uzanması ve tostumun ağzıma tıkılması bir oldu. Kolunu kaplayan dövmelerden bu kişinin kim olduğunu anlamak zor değildi. ''Milletin acısından sana ne Eflal. Dövme yaptırmaya karar verdin de bizim haberimiz mi yok?'' Zar zor tostan bir lokma ısırırken başımı hayır anlamında salladım. Ağzımdaki lokmamı bitirmeye çalışırken salondan çıt çıkmadı. Eren ''Huzur'' diyerek kendini çekyata attı. O sırada Hayal salona girdi ve ''Günaydın,'' diyerek Eren'in yanına oturdu. Okul için hazırlanmıştı, tıpkı diğerleri gibi. Tek hazırlanmayan olarak bir şeylerden feragat etmem gerekiyordu. Mesela tostumdan... Yarım tostu sehpaya bırakıp ayağa kalktım.
İlk izlenim için tek şansın vardı. İnsanlar bir saniyeden kısa sürede hakkınızda karar verirlerdi. Tek bir bakışla, göz açıp kapayana kadar...
Bu yüzden odaya gidene kadar ne giyeceğimi düşündüm. Zaten çok fazla kıyafetim yoktu ama ilk izlenimde insanları etkileyebilmek için en doğru olanları seçmeliydim. Dolabımı açarken gördüğüm manzarayla yüzüm buruştu. Saçlarımın dipleri yağ içindeydi, oysa daha dün yıkanmıştım. Birkaç saç modeli yapmaya çalıştım, hiçbirinde istediğim sonucu elde edemeyince saate baktım. Banyo yapmak için zaman yoktu ama banyo yapmaktan başka çaremde yoktu. O yüzden oyalanmamak için banyoya koştum ve sadece saçlarımı yıkadım. Bu sürede de ne giyeceğimi düşündüm. Havluyu başıma sardıktan sonra koşarak odaya döndüm. Dolaptaki buz mavisi yırtık kotumu ve beyaz tişörtümü üzerime geçirdim. Saçlarımın nemini alıp taradım. Ellerimle hafifçe şekil verirken salondaki homurtular yükselmeye başladı.
Elim ayağıma dolaşarak çantamı aradım. Ufacık odanın içinde nereye kaybolduğunu düşünürken adımın yüksek tınılı hali daha da paniklememe neden oldu. Sapını yatağın altında gördüğüm çantamı çekip çıkardım. ''Eflal biraz daha oyalanırsan okulun ilk gününü es geçeceğiz!'' Depar atar gibi odadan çıktım. Herkes ayaklanmıştı. Mert, cep telefonunda bir şeylerle uğraşırken ''Hazır mısın?'' diye sordu. ''Evet'' diyerek çantamı çapraz takıp saçlarımı savurdum. Bana doğru kısa bir bakış atan Mert, tekrar cep telefonuyla ilgilenirken ''Saçların ıslak.'' dedi.
''Biliyorum. Böyle daha seksi.''
Saçlarımı reklamlardaki gibi savurmaya çalışmam Hayal'in kahkaha atmasına neden oldu. Seksi olmaya çalışırken her zaman eksi olan bir kızdım. Eren ve Doğu rahatsız olmuş bir şekilde bana baktı. Mert, başını telefonundan kaldırma gereği bile duymadı ama ''Seksi sana sonradan eklememi istemiyorsan, git ve saçlarını kurutmadan geri gelme''diyerek tepsini belli etti. Kıpırdamadığımı fark edince hafifçe başını bana çevirdi. Bakışlarındaki ifade ve ''Hemen!'' derken ki ses tonu şansımı fazla zorlamamam gerektiğini gösteriyordu. Koşar adım banyoya gittim. Saçlarımı kurutup tekrar salona döndüm. ''Şimdi hazırsın.'' Yüzüme bakmadan hazır olduğumu nasıl anlamıştı acaba? Belki kurutma makinesini boşa çalıştırdım. Ne biliyorsun?
Hep beraber evden çıktık. Otobüs durağına doğru ilerlerken Mert'in hala telefonuyla oynaması sinirimi bozmaya başladı. ''Dur!'' Eren'in dolmuşa doğru koşmasıyla bizde peşinden koşturduk. Son anda yakaladığımız araca tıkış tepiş bindik ve balık istifi şekilde okula gittik. Kokudan bayılacağım an ineceğimiz durağa geldiğimizi görünce ''Müsait bir yerde!'' diye bağırdım. Can havliyle sesim fazla kaçmış olacak ki herkes bana doğru döndü. Dolmuş durduğu gibi kendimi dışarı atıp derin bir nefes aldım. Bizimkilerin arkamda olduğunu hissediyordum. Gözlerimi etrafta dolaştırırken neye tepki vereceğimi şaşırdım; daha ilk günden okulun bu kadar kalabalık olmasına mı yoksa hepsinin fazla havalı durmasına mı?
''Sanırım bu okuldaki herkes baba parasını çok seviyor.''
Benimle aynı şekilde düşünüp, farklı şekilde yorumlayan Eren'e doğru döndüm. Herkes etrafı incelerken ''Herkes buraya baksın!'' dedim. Bakışlar üzerime toplandığı an boğazımı temizledim.
''Bugün burada-''
Şikâyet eden sesler yükseldi. Eren ''Biliyoruz. Çok büyük bir vazifeyi gerçekleştirmek için toplandık. Her zamanki teranen.'' deyince yumruğumu sıkıp Eren'in koluna geçirdim. Ağlaması gereken çocuk, ukala bir şekilde gülmeye başladı.
''Eren, uğraşma şununla da bir an önce lafını bitirsin.''
Kısılan gözlerimi Mert'e çevirdim. O ise 'Ee devam et' bakışını attı. Ne kadar bozulsam da belli etmemeye çalışarak ''Bu insanlık için küçük ama-'' diye devam ettim. ''Bizim için büyük bir adım değil mi Eflal?'' Doğu'ya 'Sen de mi Brütüs' der gibi baktım. İkide bir sözümü kesmeleri yüzünden hevesim kursağımda kaldı, suratım düştü, kırgınlıktan gözlerim doldu. Bunu gizlemek için başımı öne eğip ''Neyse, hadi gidelim,'' dedim. Tam yürüyecektim ki, kolumda bir el hissettim. Mert beni tutup kendine çevirdi. Çenemi tutup gözlerimi görebileceği kadar başımı kaldırdı. ''Ne söyleyeceksen söylemeden hiçbir yere gitmiyoruz.'' Bir şekilde elinden kurtulup aramıza birkaç santim mesafe koydum.
''Her zamanki TERANEM işte Mert, boşver.''
Eren tıslamaya benzer bir şekilde gülümsedi. O yumruğu koluna değil ağzına atmalıyım diye düşündüm. ''Tamam, o zaman tekrar hatırlat bize.'' Mert'in ısrarcı tavrı, alacağını almadan bitmeyecekti. Sıkıntıyla iç çektim.
''Buraya ne şartlardan geldiğimizi unutmamamızı, okulun kıymetini bilmemizi, ne olursa olsun birbirimizden kopmamamızı, güçlüklere karşı direnmemizi, yıkılmamamızı falan-''
Mert cümlemi bitirmeme bile izin vermeden hızla beni kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Bu hareketi afallamama neden oldu. Diğerleri de bize sarılınca teletabilerin, Türkiye temsilcisi gibi olduk. Kırgınlığım sıcaklıklarıyla azaldı. Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm belirdi. ''Sarılalım sıkı sıkı deyinde tam olsun.''
Gülüşmeler eşliğinde etrafımdaki kalabalık dağıldı. Derin bir nefes alırken yanaklarım sıcacık ellerle kavuştu. Mert gözlerimin içine bakarken, daha derinlere inmek istiyor gibiydi.
''Bizi bizden başka hiç kimse yıkamaz Eflal Bozan. Bunu sakın unutma.''

* *

EFSA

''Efsa'cığım, baban uyanman gerektiğini söylüyor.''
Kafamdaki alarm yetmezmiş gibi cici annemin gittikçe artan sesiyle nasıl uyumaya devam edebilirdim ki? Başımı yastığın altına sokup kulaklarımı kapattım. Bir süre sonra tekrar ''Efsa!'' diye bağırmasıyla yatakta debelendim. Çığlıklarımı yastıkla yatak arasına saklamıştım. Bu kadını seviyordum ama bazen çizgisini fazlasıyla aşıyordu. Senelerdir annelik rolünü üzerine yakıştıramamıştı. Tek iyi olduğu şey, babamın yanında boy gösterdiği davetlerde dikkatleri üzerine çekmekti. En azından birimizin işine yarıyordu.
Duyduğum ayak sesleri daha güçlü gelmeye başladı. Belli ki Nagehan yanıma geliyordu. Kulağımın dibinde bağırmasına tahammül edemeyeceğim için o yanıma gelmeden bir şey yapmalıyım diye düşündüm.
''Nagehan babama söyler misin, üniversitenin ilk günü ders olmaz. Neden bu kadar erken kalkmak zorundayım acaba?''
''Çünkü, Amerika'ya dönebilmek için tek şansın bu okul.''
Babamın sesiyle yastığı başımdan attım ve panikle yataktan doğruldum. Yıllarca Büyükelçilik yapmasından kaynaklı üzerine oturan ciddiyet, emekli olmasıyla bile kalmamıştı. Özellikle de okul ve iş konularında. ''İşlerin başına geçeceksen o işleri çok iyi öğrenmelisin. Bu yüzden gidiş biletine sıkı sıkı tutunsan iyi olur.'' Cevap vermemek için yanağımı dişledim. Babamsa her zamanki donuk bakışlarından birini bana gönderip gözden kayboldu. Sıkıntıyla inleyerek sırt üstü yatağa uzandım. Babam ve katı kurallarından nefret ediyordum. Ben Türkiye'ye dönmek istememiştim ki. Neymiş; senelerdir işlerinden dolayı yurt dışındaymış, emekliliğini memleketinde geçirmek istiyormuş. 'Memleket doğduğun yer değil doyduğun yerdir' sözünü hiç mi bilmiyor bu adam. İlla doymak için dedemin işlerinin başına mı geçmesi gerekiyordu yani? Neden kendi hayatını benimkine empoze etmeye çalışıyordu. 'Doğduğun toprakları görmek istemiyor musun Efsa?' Daha kundakta bebekken beni ayırdığın yerleri neden görmek isteyeyim ki?
Babamın bu otoriter tavrından dolayı bazen annemin nasıl biri olduğunu merak ediyordum. Babam gibi katı biri miydi yoksa daha toleranslı mı? Bu adamı nasıl çekmişti? Hoş, babamla ayrıldıklarına göre çekmemişti. Acaba babamın hangi huyu onu deli etmişti? Neden ayrıldıklarını sormam boşa zaman kaybıydı. Bu yüzden annem, sadece bir tahminden ibaretti. Gerçeği asla öğrenemeyeceğim.Tıpkı hiçbir zaman bir anneye sahip olamayacağım gibi...
Derin bir nefes alarak ayağa kalktım. Bugün yeni hayatımın ilk günüydü. Büyükelçinin kızına yakışır cici ve örnek biri olmak yerine, hayallerimin peşinden koşabilecek, kendi kimliğimi bulabilecektim. Giysi odama geçtim. Yurt dışından gelen kıyafetlerimi es geçip, babamdan gizli aldıklarıma yöneldim. Bordo etek ve göbeğimi açıkta bırakan beyaz büstiyerimi giydim. Aynanın karşısına geçip saçlarıma hacim kazandırırken Nagehan'ın sesi tekrar kulaklarımı doldurdu. ''Efsa, hazır mısın?'' Gözlerimi devirerek ''Beş dakika!'' diye bağırdım. Kıyafetime uygun topuklu ayakkabılarımı ve çantamı dolaptan çıkardıktan sonra banyoya gittim. Her zaman yaptığım makyajı bir tık abartarak daha seksi bir görünüm kazandım. Cici annemin evlere şenlik sesi tekrar duyulduğunda derin bir nefes aldım. Bu, daha çok sakin kalmak istediğim için yaptığım bir hareketti. Tam cevap vermek için ağzımı açmıştım ki ''Atakan geldi canım.'' diye devam etti. Bir an dona kaldım, doğru duyup duymadığıma emin olamadım. Okula birlikte gitme teklifini kabul etmiş miydi yani? Gerçekten aşağıda beni mi bekliyordu?
Apar topar koşturarak merdivenlerin başına geldim ve aşağısını dinlemeye çalıştım. Duyduğum sesle içimdeki heyecan dalgası tüm vücuduma yayıldı. Atakan, ilk ve tek aşkım, tanımadığım memleketimi bana sevdirecek tek kişiydi. Sadece o bu ülkede yaşadığı için, Türkiye'ye gelme fikri bana çokta kötü gelmemişti. O benim platoniğimdi.
Hızla odama döndüm. Hazırlıklarımı tamamlayıp aynanın karşısında geçtim. Gördüğüm kız, kesinlikle çok ateşliydi. Kusursuz. Tıpkı lisedeki kızlar gibi. Artık Atakan'ın dikkatini çekebilirdim. Tabi bir an önce beni görebilirse... Odadan koşturarak çıksam da merdivenlerden inme işini ağırdan aldım. Ona karşı duygularım ne kadar yoğun olsa da, bir adım atılacaksa bunu ilk onun atmasını istiyordum.
Merdivenlerden indiğimde karşımda Atakan yerine evdeki çalışanlardan sorumlu Ferdane Hanım'ı buldum. Gözlerim holü tararken ''Neredeler Ferdoş?'' diye sordum. Dudaklarını aralayan kadının konuşmasına gerek kalmadı. Babamlar salondan çıkarken Atakan'la göz göze geldim. Kalbim Zara'da %50 indirim görmüş kadının heyecanıyla çarpıyordu. Başını belli belirsiz selam verir gibi kıpırdattı ve dudaklarının kenarında milimetrik bir gülümseme belirdi. Allahım o bana böyle bakarken, ona olan ilgimi nasıl gizleyecektim. ''Günaydın''
''Hazırsan çıkalım mı?''
''Olur.'' Babamla göz göze geldim. Yeni halimden hoşnut olmadığını yüzü gizlese de, gözleri saklayamıyordu. ''Söylediklerimi unutma Efsa.'' Bakışlarına destek çıkan cümlesine kibarca gülümseyerek karşılık verdim. İmajımı değiştirdim diye, ideallerimden vazgeçecek değildim. Amerika'ya geri dönmek istiyordum ve bunun için o okulu bitirmek zorundaysam, bitirecektim. Babamın yanında duran Atakan'a gözlerimi kaydırdım. Bakışları nedense bana babamı hatırlattı. Ne yani? Sürekli etrafında olan kızlardan biri, hatta daha iyisi olmamdan rahatsız olmuş olamazdı değil mi?
''Çıkalım mı?''
Cevap vermesine bile izin vermeden yürümeye başladım. Arkamdan ''Görüşürüz Ertan Amca.'' dediğini duyduğum çocuk peşimden gelmeye başlayınca derin bir nefes aldım. Dışarı çıkıp otoparka doğru yürürken gözlerimi yuvalarında tutmakta zorlandım. Resmen bir Bugatti, tüm asaleti ile beni selamlıyordu. Atakan'a doğru dönüp ''Yeni mi?'' diye sorduğumda başını evet anlamında salladı. ''Diğer arabanı sevdiğini sanıyordum.'' dediğimde kapıları açarken ''Ben seviyordum, babam sevmiyormuş.'' dedi. Ali Soylu, babamın üniversite arkadaşı, aynı zamanda da şu andaki iş ortağıydı. Babamla bu kadar yakın olmalarının nedeni, ikisinin de aynı kafada olmasıydı. Hoş, Ali Amca babamdan bir tık daha katı, hırslı ve işkolikti. Atakan'ı kendi kalıbına oturtmaya çalışıyor, onunla ilgili her kararı kendisi alıyordu. En azından benim babam araba konusunda kendi kararıma saygı duymuştu. Bunun nereye kadar böyle gideceğini bilmesem de, Atakan'ın mutsuz olduğunu anlayabiliyordum.
Yola çıktığımızda arabanın içindeki sessizlik, motorun gaza yüklendikçe çıkardığı ses yüzünden dağılıyordu. Araba kullanmayı seviyordum ama sağ koltukta oturmak daha çok hoşuma gidiyordu. Atakan'a göz ucuyla baktım. Sadece yolla ilgilenmesi sinirimi bozuyordu. Kafasından neler geçtiğini merak etmekten kendimi alıkoyamıyordum. 'O konuşmazsa görevi devral Efsa' diyerek kendimi gazladıktan sonra nazikçe boğazımı temizledim. ''Beraber gitmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim.'' Bana bakmaya tenezzül bile etmeyen çocuk ''Önemsiz'' diye cevap verdikten sonra önüme döndüm. Neden benimle ilgilenmiyordu anlamıyordum. Çevresinde istemediği kadar çok kız vardı ama ben onların hepsinden farklıydım; hiçbir zaman onu sıkmamıştım, yani sıkmamaya çalışmıştım. Hoşlandığımı bile belli etmemek için elimden geleni yapıyordum. Hoş ne derece başarılı olduğum tartışılırdı ama en azından deniyordum. Artık görünüşümde onun sevdiği tipteydi. Daha ne istiyordu ki? Ayrıca ben, babasının en yakın arkadaşının kızıydım. Sadece tatillerde görüşsekte çocukluk arkadaşı sayılırdım. Bunun için bile olsa benimle iki kelam etmesi çok mu zordu?
Okula geldiğimizde gördüğüm kalabalık dudaklarımın aralanmasına neden oldu. Sanırım tüm aileler babam gibi düşünmüş, çocuklarını erkenden kaldırıp okula postalamıştı. Güvenlikten geçmeyi beklerken kapının önünde sarılmış tipler dikkatimi çekti. Aklıma lisedeki kategorize olmuş gruplar geldi. Tiplerine bakılırsa bu grup kesinlikle inek ve burslulardan oluşan ezikler grubuna girerdi.
Nihayet uzun bir bekleyişten sonra içeri girdik. Atakan arabayı paralı otoparka girerken Arel ve Asrın'ı gördüm; Atakan'ın en yakın arkadaşları. Kendi aralarında hararetli bir şekilde konuşurlarken Atakan arabayı park etti. Hala bizi fark etmemiş olmaları garipti. Tam kapıyı açtığım an Atakan sesli bir şekilde arabayı bağırttı. Olduğum yerimde sıçrarken ona doğru döndüm. O bana bakmak yerine belli belirsiz bir gülümsemeyle arkadaşlarına bakıyordu. Arellerin bizi fark ettiğini anladığımda arabadan indim. Atakan'da kontağı kapatıp aşağı indi. Gülümseyerek bize doğru gelen iki çocuk da beni fark etmedi.
''Almış lan.''
Arel, arkadaşına sarılmak yerine arabayı incelemeye başladı. Asrın ise Atakan'ı kucakladı. ''3A yeni bir okula hazır mı acaba?'' diye sorduğunda Atakan'dan değişik bir homurtu çıktı. Arel ''Almış lan!'' diyerek kendi tekrarladı. ''Ali Amca dediğini yapmış ve almış.''
''Ben bunun kadar sevinmedim.''
Kendimi dış kapının dış mandalı hissedince gözlerimi etrafta dolaştırdım. Belli ki hala kayıt günü tanıştığım kız, Rüya gelmemişti. Kendimi daha da yalnız hissederken arabaya doğru dayandım. O sırada yanımızda bir araba durdu. Filmli camlardan gördüğüm kadarıyla, babasının arabasından inen kişi gülümsememe neden oldu. Rüya'ya doğru yürümeye başladım. Topuklu ayakkabılarımın sesi asfalt üzerinde yankılandı. Rüya söylene söylene yürürken ''Günaydın,'' diyerek dikkatini çektim. Kısa bir duraksadı. Sanki çıkaramamış gibi attığı birkaç saniyelik bakıştan sonra gözleri olabildiğine açıldı.
''Günaydın Efso,''
''Efsa,'' diye düzeltmemle gülümseyen kız ''Biliyorum,'' dedi. ''Ama Efsane Efsa uzun olacağı için, Efso gibi bir kısaltmayı tercih ettim.'' Gülümsemeye çalıştım. ''Efsane gözüküyorsun. O kayıt sırasındaki kıza ne yaptıysan, çok iyi olmuş.'' Gülümsemem yüzüme daha çok yayıldı. En azından biri, yeni imajımı beğenmişti. ''Ama ben kayıt sırasındaki güler yüzlü kızın nerede olduğunu merak ediyorum,'' dediğimde birkaç dakika önceki moduna geri döndü. ''Babası tarafında katledildi,'' diyerek iç çekti. ''Üniversiteli olduğumu hala idrak edemedi. Anaokulunun ilk gününe gider gibi beni elimden tutup okula getirdi ya. Kendimi bebek gibi hissediyorum.''
Gülsem mi ağlasam mı bilemezken az önce kapının önünde gördüğüm tiplerin bize doğru yürüdüğünü fark ettim. Rüya kendi derdini bırakıp, nereye baktığımı anlamak için arkasını döndü. İğrenir gibi bir ses çıkardıktan sonra benimkine benzer bir düşünceyi kelimelere döktü.
''Merhaba, burslular. Hoş geldin eziklik.''


* *

Sosyal Medya Hesaplarım:

İnstagram: tubux2

                    :tugceaksalhikayeleri

                    :anadilimaskserisi

Facebook: Tuğçe Aksal

Twitter: tuptubu

Snap: tubux2

Pinterest: tuptubu  


ANA DİLİM AŞKWhere stories live. Discover now