⚓40. Bölüm⚓

729 58 31
                                    


((**🌼İyi okumalar 🌼**)))

Şaşkınlık mıydı yaşamam gereken duygu yoksa öfke mi? Dolaylı yoldan da olsa buna Mert sebep olduğu için öfkeli; yaptığım ufak! uyarının sahibini kaçırması ise şaşkınlık yaratmıştı bende. Ah!!! ciddi anlamda şu an utançtan ölüyorum. Buradan kaçıp gitmemek için zor tutuyorum kendimi hatta. Açık kalan ağzımı kapatmam gerektiğini bile yeni yeni idrak ediyorum, nasıl mı? Kuruyup kalan damağımdan...

Mert ve Pınar ne olduğunu anlamadıkları için bir bana bir Fırat hocaya bakıp duruyordu. Aslında yüksek bir ses çıkmamıştı hatta ses bile çıkmamıştı sayılır, sadece irkilmiş ve bir an sandalyesi geriye doğru hareketlenmişti. Ben ise ne diyeceğimi daha doğrusu yaptığım bu hataya nasıl bir açıklık getirmem gerektiğini bilmeden öylece duruyordum. Tüm algılarım kapanmış son zeka kırıntılarım da beni terk etmişti.

Fırat hocanın elini ensesine atıp bir şeyleri anlamlandırmaya çalıştığını ve bu noktada kafasının karıştığının farkındaydım. Nasıl karışmazdı ki? Kim, tabiri caizse durduk yere ayağına tekme atan bir kişinin işine akıl mantık erdirebilirdi? Böyle düşününce de durumun vahimliği bir kez daha beni dehşete düşürüyordu. Hangi cesaretle öyle bir işe kalkışmıştım aklım almıyor?

Son pişmanlık fayda etmez.

"Ne oldu abi?" Sonunda Pınar dayanamamış olacak ki konuşma ihtiyacı hissetmişti. Ben hala sessiz sessiz beklerken Fırat hocanın "yok bir şey" deyişini duydum. "Özür dilerim hocam, yanlışlıkla oldu." Sesimin ona ulaşıp ulaşmadığından emin değildim. O kadar ki fısıltı halinde çıkan özrümü söyleyip söylemediğim konusunda ben bile şüpheye düşmüştüm.

Yine ortama bir sessizlik hakim olurken bunu bozan kişi Mert olup Pınar'la proje hakkında konuşmaya devam etti. Ufak bir gülme sesi duyduğumda sesin sahibine dönüp istemsizce gözlerimi büyütmüş bulundum. Hala herhangi bir şey söylememiş olması içimi kemiriyordu ama en azından sonunda bir tepki verebilmişti. "Olur öyle şeyler, önemli değil." Sözleri beni teskin etmek istercesine sakin ve tane taneydi. Sözleriyle rahatlamış mıydım, hayır. Aslında şimdi ne yaparsa yapsın az önce yaşadığım utancımın geçmeyeceğini tahmin etmek zor değildi.

Hala yanmakta olan yüzümü olabildiğince uzaklaştırıp sakin bir şekilde akan suya yönlendirdim. Yok, olmayacaktı böyle. "Ben bir lavaboya kadar gitmeliyim." Sesim de en az benim kadar silik çıkmıştı. "Bende geleyim Zehra" diyerek bana eşlik eden Pınar'ın koluna girip normal adımlarla ilerlemeye başladım. Alandan yavaş yavaş uzaklaşırken dalgınca önüme bakıyordum.

"Sende sıkıldın değil mi?" Pınar'ın öylesine söylenmiş sorusunu omzumu hafifçe silkip cevapsız bıraktım. Lavabonun olduğu yöne ilerlemek yerine çıkış kapısına yakın ağaçlıkların bulunduğu yere doğru adımladım. Bana sessizce eşlik eden kıza göz ucuyla baktığımda o da bakışlarını bana yönlendirdi.

"Doğrusunu söylemek gerekirse sıkıldığım için kalkmadım." Bir an dürüst davranmak daha doğru gelmişti.

"Ne oldu peki?" Lavabolara ilerlemediğimizi görünce anlamıştı lavaboya gitme niyetiyle kalkmadığımı. Derin bir nefes çekip yanımdaki ağaca yaslandım. "Bir hata yaptım ve nasıl toparlayabileceğimi bilmediğim için kalkmak zorunda hissettim diyelim." Benim aksime son derece rahat bir tavırla o da yan tarafımda duran ağaca yaslandı.

"Nasıl yani?" dedi dinç bir sesle, "hepimiz bir aradaydık, nasıl bir hata yapmış olabilirsin ki?" Evet ama olay onların gözünün görebileceği bir yerde gerçekleşmediği için anlamlandıramaması normaldi.

"Mehmet'e yapacağım bir harekete abin denk geldi de" söylerken bile utanıyorum. "Nasıl bir hareketmiş bu?" Dudaklarını ısırıp kafasını öne eğdi. Yapmaya çalıştığı şey tam olarak güldüğünü gizlemeye çalışmaktı. "Güleceksen anlatmayacağım." Küskünce omuzlarımı silkip trip attım. Hayır, olayı bile bilmiyordu neden gülmeye hazır gibiydi?

BELİRSİZ KURTULUŞWhere stories live. Discover now