GM | 36 | Dolunay

2.1K 260 16
                                    

Her yer karanlıktı. Nefeslerimi dahi ben değil, o çekiyordu ciğerlerine. Nina... Ormanın içinde koşmaya başladığında benim de adımlarım bir yarış atı gibi hızlanmıştı. Yüzümü, elbisemden açıkta kalan kollarımı ve omuzumu sıyırıp geçen ağaç dallarına aldırış etmeden onun peşinden koşuyordum.

Soluklarım ağzımdan dışarıya sesli bir şekilde salındıkça kulaklarım uğulduyordu. Etrafımdaki ormanda olup bitenleri göremiyordum ancak tam önümden koşan Nina'nın simsiyah elbisenin nasıl savrulduğunu görüyor ve beni nasıl kendi büyüsüne esir tuttuğunu hissediyordum.

Soğuk hava önce tenimi, sonra ciğerlerimi yakarken tanıdık bir patikaya girdim. Yavaşlayan zaman akışında yanımdan süzülen küçük ateş böceklerini arkamda bırakarak koştum ve gözlerimin iliştiği Raven Malikânesine kadar durmadım.

Ne ara ayaklarımdan çıkıp gittiğini bilmediğim ayakkabılarımdan geriye hiçbir şey kalmamış, yalnızca çıplak ayaklarım, topuklarımı acıtan taşlı ve dikenli toprak zeminde yürümeye ama asla durmamaya yemin etmişti.

Durdu Nina. Karanlık ormanın içine inşa edilen korkunç, kasvetli ve şu anda bomboş olan Raven Malikânesinin yüksek demirli kapısının tam önünde durdu. Kapı, tüylerimi diken diken eden bir gıcırtıyla iki yana açıldığında o da ben de yürümeye devam ettik.

Mezarlığa gidiyordu. Ben de peşinden...

Kargaların uçup üzerine konduğu mezar taşlarının önünde bekledi. Onun arkasında durduğum zaman bilincimi kaybetmiş gibiydim.

Orman sessizdi; mezarlık daha sessiz. Kargalar bile ağızlarını açıp tek bir ses çıkartmıyordu. Rüzgârın esintisi nedeniyle sallanan ağaçların dalları birbirine sürtünse bile ben o hışırtıyı duyamıyordum. Yalnızca karanlığa sinen gölgeler vardı etrafımda...

Ve Nina.

Bana doğru dönerek üzerinde melek heykeli olan lahdi arkasına aldı. Yeniden göz göze geldik.

"Nora..." dedi, isimin döküldü dudaklarından.

Bu... Bu ses... Geceleri adımı sayıklayan ses... Eğer ağzımı açıp konuşabilseydim neler söyleyeceğimi iyi biliyordum lakin bunu yapmamın mümkünatı yok gibiydi.

Bir elini bana uzattı ve, "Gel benimle," diye fısıldadı.

Kontrol edemediğim kolum havalandı; Nina'nın elini kavradım. Buz gibi... Hissiz ve ruhsuz bedeninin bir parçası olan elleri, avuçlarımda buz küplerini tutuyormuşum gibi bir hissiyata kapılamama, onun içi boş bedenindeki soğukluğun ruhuma bulaşmasına neden olmuştu.

Benimle beraber lahide yaklaştı. Lahit, iki mermerin birbirine sürtüğünde çıkarttığı o ruh üşüten sesi çıkartarak gizli bir girişi ortaya çıkarmıştı. Sağa doğru kayan duvarın ardında karanlık bir alan vardı ve bir de aşağı inmek için konumlandırılmış merdiven...

Göz ucuyla görebildiğim melek heykelinin başı, az önceki gibi aşağıda durmuyordu; yukarıya kalmış, doğrudan karşıya bakıyordu. Muammaların kaybolduğu gecede taşlar sırayla yerinde oturmuştu. Aklımdaki soru işaretlerinden biri daha kaybolurken Nina, merdivene ayak bastı.

Hâlâ bir arada olan ellerimiz sayesinde ben de onun peşinden gidiyordum. Merdivenlerden aşağıya indik. Lahidin içindeki karanlığın tam ortasında durduğumuz sırada arkamızdaki mermer kapı ani bir gürültüyle kapanmış, tek ışık kaynağı olan ay ışığı bizden uzaklaşmıştı.

Kontrol edebildiğim kadarıyla Nina'nın elini sıkmaya çalıştım.

"Korkma..." dedi bana. "Evimde güvendesin."

Geçmişin Mezarı (Tamamlandı) Where stories live. Discover now