Ruhsuz 37 Final

244 15 37
                                    

Genç kız gözlerini açtığında nerede olduğunu idrak edemedi birkaç saniye. Daha sonra bunun bir önemi olmadığını düşünerek yataktan doğruldu. Bu sırada gözüne sandalye üzerindeki karaltı çarptı. Gözleri karanlığa alıştığında bu karaltının Furkan olduğunu fark etmişti. Onun yanında ne işi olduğunu sorgulamadı. Şu saatten sonra hiçbir şey ilgilendirmiyordu onu.

Sessiz bir şekilde yatmakta olduğu yataktan aşağı inip kapıya yürüdü. Üzerindeki kıyafetlerin kendisine ait olmadığının bilincinde değil gibiydi. Kapıyı yavaşça açtı ve arkasından kapatmadan ilerledi.

Tanıdık olmayan evin içinde dış kapıyı bulması zor olmamıştı. Transa geçmiş gibi dış kapıyı da açtı ve arkasından kapatarak çıplak ayaklarla dışarı çıktı.

Bir boşlukta yüzüyor gibi hissediyordu kendini. Öyle boş, öyle amaçsız...Güvendiği tek dal elinde kalmıştı. Şimdi elinde kırık dalla birlikte düşüyordu uçurumdan. Bu düşüş ne kadar sürecek bilmiyordu. Tek bildiği eninde sonunda yere çakılacağıydı.

Ne ince pijamaların engelleyemediği soğuk hava ne de çıplak ayaklarına batan envai çeşit madde umrundaydı. Genç kız sadece yürüyordu. Yeniden o geceye dönmüştü. Ateşböceği öldükten sonra karanlıkta kaldığını düşünmüştü. Sonra onun için güneş yeniden doğmuştu ama onun da batması fazla uzun sürmemişti. Tek problem, o güneşin yeniden doğmayacak olmasıydı. Ve güneş battığında ateşböceğinden daha fazla karanlıkta bırakmıştı Melis'i. Bir anlığına bile olsa mutlu olacağını düşünmek istemişti. Sadece bir anlığına da olsa mutlu olacağına inanmak istemişti. Bu koca bir hataydı...

Sahile geldiğinde denizin kokusunu içine çekti. Denizden nefret ediyordu. Sahilden de nefret ediyordu. Herkesten ve her şeyden nefret ediyordu.

Soğuktan uyuşan ayakları kendiliğinden devam etti yola. Genç kız nereye gittiğinin farkında bile değildi. Nereye gittiğini umursamıyordu da. Hiçbir amacı yoktu. Sadece yürüyordu. Uzunca bir süre yürüdü.

Ayağında hissettiği yoğun acı durmasına sebep oldu. Başını eğip baktığında ayaklarının yaralandığını ve kan içinde kaldığını fark etti. Ayak tabanına koca bir diken girmişti. Dikeni bir çırpıda çekip çıkardıktan sonra nerede olduğuna baktı. Orman benzeri bir yerdeydi. Burası tanıdık gelmişti ama nereden tanıdık geldiğini hatırlayamıyordu.

Dar patikaya çöküp buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Buraya geldiyse bunun bir sebebi olmalıydı. Öncelikle buranın neresi olduğunu bulmak zorundaydı.

Birkaç dakika kendini bunu düşünmeye zorladı ama düşüncelerini herhangi bir şeye odaklayamıyordu. Aklında Aykut Bey'in söyledikleri yankılanıyordu hala.

Annesi... Güvendiği, bağlandığı, güneşi olduğuna inandığı annesi onu sadece kendi çıkarı için yanında istemişti. Melis şimdi anlıyordu o kadının Emre'ye olan asıl ilgisini. Her gittikleri yere onu çağırışını, sonra gelmeyip onları yalnız bırakmasını, hastaneye onunla gitmeyip çok sonra gelmesini... İç çekti. Ağlayamıyordu daha fazla. Ruhunun paramparça olduğunu hissediyordu.

Oturduğu soğuk zemin umrunda değildi. Ayağından akan kan umrunda bile değildi. Duyduğu ruhsal acı o kadar güçlüydü ki fiziksel olan hiçbir şeyi umursamıyordu. Kulaklarında bir kez daha yankılandı o ses.

Hatta Bora'yı onun karşısına senin çıkardığından, Emre'nin onu kurtaracağını düşünerek risk aldığından da bahsederim. Eminim biricik kızın ona az daha tecavüz edecek serserinin senin yönlendirmenle hareket ettiğini duyduğunda çok sevinir.

Aradan o kadar zaman geçtikten sonra Bora'nın kendisine saldırmaya cüret etmesinin sebebi annesiydi. O cesaret vermiş ve Emre'nin onu kurtaracağını düşünmüştü.

Ya Çakıl yetişemeseydi... Düşüncesi doldu aklına. Annesi bunu göze almıştı. Her şeyi göze almıştı. Neden almasın ki diye düşündü. Onun için hiçbir değeri yoktu ne de olsa. Kullanılıp atılacak basit bir eşyadan farkı yoktu. Kimin ona ne yaptığı nasıl davrandığı asla umrunda değildi.

Ellerini yere koyarak sert toprağa tırnaklarını bastırdı. Saatler sonra ilk hissettiği duygu buydu, öfke... Fakat geldiği hızla geri gitti öfke. Yerini yine aynı boşluğa bıraktı. Artık hayatından annesi olmadığına göre annesine kızamazdı. Emre olmadığına göre ona da kızamazdı. Hatta Bora'ya bile kızamazdı çünkü o da hayatında değildi. Peki kim hayatındaydı? Peki Melis'in bir hayatı var mıydı? Daha doğrusu uğruna yaşamaya değecek bir hayatı var mıydı?

Bu soru aklına düştüğünde yere yasladığı ellerinden destek alarak doğruldu. Cevabı biliyordu. Nerede olduğunu da hatırlamıştı. İlk kez bir şeyler hissettiğini kabullendiği yerdeydi. Mert'le birlikte geldikleri o uçuruma giden yolda.

Ayağına batan dikenleri ve taşları umursamadan yürüyordu. Hiçbirinin farkında değildi. Bir önceki gelişlerinde Mert'in uyarısıyla takılmaktan son anda kurtulduğu kütüğe ayağı takıldı ve yüz üstü yere kapaklandı. Ağzına giren toprağı önemsemedi. Acıyan burnunu da... Yerinden kalktı ve yürümeye devam etti. Tek amacı buymuş gibi yürüdü.

Sonunda tüm şehri ayaklarının altına seren tepeye geldiğinde durdu birkaç saniye. Sokak lambalarının ışıltısını izledi. Derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Gamzelerini ortaya sermekten çekinmeden koca bir gülümseme sundu İstanbul'a. Yaşattığı tüm acılara inat gülümsedi.

Lacivert gözleri yüzüne vuran ışıklarla parlıyordu. Genç kız o an ne kadar büyüleyici göründüğünün farkında değildi. Açıkçası bu durum umrunda da değildi. Birkaç adım atıp uçurumun kenarına iyice yaklaştı. Şimdi sınırda duruyordu. Yüzündeki gülümseme silinmiyordu bir türlü. Birdenbire yakınında minik bir ışık kaynağı belirdi. Bu bir ateşböceğiydi.

Melis ateşböceğini yakalamak için elini uzattı fakat ateşböceği uçarak ondan uzaklaştı. Sadece birkaç metre ötesinde uçan ateşböceği birdenbire bir elin üzerine kondu. Melis ateşböceğini yakalayan ele baktığında gülümsemesi genişledi.

"Uzun zaman oldu." Dedi Pelin kuş cıvıltısına benzer sesiyle.

"Öyle." Diye onayladı Melis. Hemen ardından ekledi. "Sana çok kızgınım." Pelin mahcup bir şekilde omuz silkti.

"Elimden gelen bir şey yoktu."

"Benim var." Dedi Melis. "Ama korkuyorum."

"Sen korkmazsın ki." Dedi Pelin. "Hiçbir şeyden korkmadın sen şimdiye kadar." Genç kız ayaklarının altındaki boşluğa baktı birkaç saniye, ardından başını kaldırdı.

"Nasıl bir şey?" Diye sordu gözlerini arkadaşının gözlerine dikerek. Pelin daha önce Furkan'dan duyduğu dizelerle cevap verdi.

"Ölmek, uyumak sadece!
Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.*"

"Ölünce bitiyor mu?" Diye sordu Melis küçük bir çocuk gibi. Şimdi avutulması gereken oydu. Çocuk olma sırası sonunda ona da gelmişti. Biraz gecikmeli de olsa sonunda çocuk olmaya hakkı vardı.

"Bitiyor." Dedi Pelin gülümseyerek. "Korkma, ben yanındayım. Elimi tut." Genç kız arkadaşının eline uzandı yavaşça. Elleri arasında sadece birkaç santim kalmıştı.

"Ölmek uyumak sadece!" Diye mırıldandı.

İleri doğru minik bir adım attı.

Bir adım daha...

Bir kitabın daha sonuna geldik arkadaşlar. Geçmiş olsun. Diğer kitaplarda görüşmek üzere...

*Şiiri merak edenler için;
Shakespeare - Olmak Ya Da Olmamak.

RUHSUZ (Yeniden)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin