episode 3

3.6K 256 124
                                    

"Bizi içeri alırlar mı?" Elimdeki üçüncü Cheeseburgerimi yerken bir yandan da Nick'e sorular yöneltiyordum. Mezarlıkta işim bittiği an beni almaya gelmişti, hava yavaş yavaş kararıyordu.

"Sence?" Üstün egosunu konuştururken, kendisinin bu insanların bir araya gelmesini sağlayan asıl kişi olduğunu ima ediyordu.

Avengers üssünün önünde, korumaların bavullarımı almalarını bekliyorduk. Onlar ilerleyince hiç vakit kaybetmeden biz de ilerledik. Son parçasını ağzıma attığım Cheeseburgerimin poşetini yanından geçtiğimiz çöpe attım.

"Sen basket dersleri almış mıydın?" Kapıyı açmış bize bakan Maria'yı görünce içimden sarılmak istedim ama bundan hoşlanmadığını hatırladığımda kendimi tuttum. Gülümsemekle yetindim.

"Mari." Maria, Avusturya'da iken bana en çok destek veren kişilerdendi. Elinde bulduğu vakitleri hepsini beni ziyaret ederek değerlendirirdi. Ve biz yaklaşık üç aydır ilk defa yüz yüze geliyorduk.

"Amaris." Kadın kapıdan çekilince oluşan boşluktan ikimiz de hızlıca ilerledik, yanına gittiğimde kısa bir sohbet etme imkanımız oldu ancak o bizimle gelmedi.

"Ana giriş kapıyı açtım. Gerisi sizde, Nick sende hızlı ol uçak kalkmak üzere." Siyahi adam hafifçe kafa salladığında önümüzdeki asansöre ilerledik. İkisinin de önemli bir işi çıktığı için İspanya'ya gitmek zorundalardı. Bu yüzden bugün veya önümüzdeki günler boyunca yalnız olacaktım.

Asansör bir kaç kat içinde durduğunda, nefesimi tutarak dışarı doğru bir adım atmamla gelen seslere kulak kabartmam bir oldu.

"İyi de, zihin taşı Vision'a zarar verirse ne tepki vereceğini bilmiyoruz." Dedi aşina olmadığım bir ses.

Birkaç adım attığımızda kendimizi kocaman bir alanda bulduk. Ama kimse bizi fark etmemişti. Yuvarlak ve kocaman odanın ortasındaki oturma odası gibi yerleştirilmiş, etrafında bir masa ve birkaç bilgisayar olan odanın yani sıra kocaman bir ev gibiydi burası.

"Sorun kafasında bir yerlerde evet ama bu zihin taşı olamaz. Bu fazlasıyla imkansız." Kaşlarımı çattım. Nick önümden ilerlerken onun arkasına saklanmış gibi duruyordum.

Buraya gelmeden önce, bir sorunlarının olduğunu duymuştum, vision'ın hareketlerinin ağırlamaya başladığını. Az çok haberlerden izlediğim kadar neye benzediğini biliyordum, birkaç tahmin yürütebilmiştim.

"Hadi ama, Vision yavaşça insana dönüşüyor. Onunda arınması lazım. Sadece bir Meditasyona bakar bu iş. Öyle bir noktaya gelirli, zihin taşını takmak zorunda kalmaz." Nick önümden çekilince, bulduğum çözümü daha önce yüzlerini birkaç kez gördüğüm insanlara çevirdim.

Hepsinin gözü bir an beni buldu. Gözüm bir an olsun babamı aradı, göremeyince istifimi bozmadan robotun yanına ilerledim.

Elimi alnına koyduğumda geriledi, gözleri bir an olsun Nick'i bulunca sırıttım. Elimi tam taşın altına yerleştirdim. Oldukça ağır bir güç hissettiğimde, bunun nasıl hissettirdiğini kestiremedim.

"O bize benzemeye başlıyor. Kafasındaki taş bir robot-insana ağır gelmeye başlamış olmalı." Tekrar Nick'in yanında yerimi alırken kendi kendime alayla gülümsedim. "Sallıyor da olabilirim şu an."

Ellerini alttan alttan bana doğrultmuş, benden birkaç yaş büyük kıza bakınca gülümsedim.

Ekip hakkında az buçuk bir bilgim vardı ve bu Wanda Maximoff'tu. Kahve rengindeki saçları, yeşil gözleri ve hatrı sayılır güzellikteki yüzü tetikteydi.

"Sen," diye işaret ettim onu. "Bence ona yardım edebilirsin." Kaşları çatıldı. En arka tarafta ayakta dikilen adam, önündeki kızı kenara çekip önümüze dikildi.

luz de la luna || marvelWhere stories live. Discover now