24. ŞEYTAN'IN KIYAMETE SÜRÜKLEDİĞİ RUH

88 27 27
                                    

"Günaydın Meva."

Yonca'nın sesiyle başımı ona çevirdim. Bu konudan haberi olduğuna ve telefonumun da onda olduğuna kalıbımı basabilirdim.

Ters bakışlarıma rağmen gülümsedi. "Demek hainlerde teşrif edebilmiş sonunda. Koynumda yılan beslemişim."
Bana yavru kedi bakışı attı. Buna kanacağımı sanıyorsa fena yanılıyordu. "Ne yapayım yani? Almam gerekiyordu telefonunu...bilirsin...şey...her şey aşk için işte," diye lafı evirip çevirdi.

Elimdeki askıyı ona fırlatmak için kaldırdığımda koşarak personel oldasına gitti. Upuzun, sarıya yakın kumral saçları arkasından dalgalandı. Saçları ilgi çekecek kadar uzun, gür ve ipeksiydi. Bu yüzden ona Rapunzel diyordum. Benden sadece iki gün sonra işe başlamıştı ve o gün bugündür her dakikamız bir arada geçiyordu.

"Günaydın prenses," dedi Berk.

Burası da iyice Disnep'e dönmüştü iyi mi. Ona döndüm. "Sana da günaydın prensin beyaz atı."

Güldü. "Hala prensliğe terfi etmedim mi?"

Bir el omuzuma sarıldı ve sahiplenici bir şekilde beni kendine çekti. Arez şakağıma bir öpücük kondurdu. Ardından bakışları delici bir şekilde dün yana yakıla kim olduğunu öğrenmek istediği Berk'in üzerinde gezindi. Berk'te ona kıskançlıkla baktı.
"Berk, bu adam Arez...Arez, bu adam da Berk..." diye tanıttım.

Berk elini uzatınca Arez'in gözleri önce ele sonra Berk'e ve onu yok sayarak bana döndü. "Dün gece senin için seçtiğim elbise nerede? Askılarda bulamadım. Bana yardım eder misin meleğim?" Bilerek yaptığının farkındaydım. Ortada elbise filan yoktu. Tek amacı kendince bölgesini işaretlemekti. Omzumdaki elini nazikçe çektim ve yine nazikçe tırnaklarımı ellerine geçirdim. O kadar naziktim ki bunu yaparken tırnaklarım etine gömülüyordu.

"Ne elbisesi Arez?"

Ellerimize baktı gülerek. "Sana giydirdiğim elbiseden bahsediyorum. Hatırlamadın mı?" Gözlerim kocaman açıldığında tırnaklarım daha sert geçti eline ama o gülümsüyordu. Tırnaklarım o gülüşede saplandığında böyle gülebilecek miydi acaba?

Berk rahatsızca boğazını temizledi. "Şey...ben gideyim o zaman prenses." Arkasını dönüp gitti ve arkasından gidecek olan Arez'i olası bir olayı engellemek için kolundan tuttum. "Prenses mi? Prenses ne lan?! Öldürürüm ben bunu! Hem sen değil miydin beyaz atlı prenslere alerjisi olan? Ne zamandan beri böyle bir bakteriyi yanına yaklaştırıyorsun?"

Ona çatık kaşlarma bakmaya devam ettim. "Ne? Ne bakıyorsun ki bana öyle?"

"Sen asıl kendi canın için endişelen! Nasıl öyle bir şey ima edersin?!" dedim üstüne doğru yürüyerek. Geri geri gitmeye başladı ve ellerini kaldırdı.
"Haa o mesele. Pekala...ben...bir anda ağzımdan çıktı...Sakin ol, meleğim. Önce elinde tuttuğun ölümcül silah olan askıyı bırak." Ölümcül silahımı ona fırlatmak için kaldırdığımda beni durdurdu. "Tamam, tamam. Sen kazandın. Gidiyorum." Arkasını döndü ve gözden kayboldu.

Tüm gün böyle peşimde dolanacağını biliyordum çünkü onun deyimiyle istediği her yerde istediği zamana kadar kalabilirdi ve kimse onu kovamazdı. Pislik herif. İşin aslı beni özlemesi ve Berk için burada kalmak istemesiydi.

İşime devam ederken Yonca yanıma geldi. "Ee? Dün nasıl geçti? Yani bir şeyler oldu mu?" Muzip muzip gülümsedi. Bizi kimsenin duymadığını garanti etmek için etrafı inceledim. Arez görünürde yoktu. "İma ettiğin hiçbir şey olmadı. Hem telefonum nerede benim?"

Ofladı. "Azıcık anlat ya! Meraktan öleceğim şuraya."

Elimi uzattım. "Önce telefon?"

"Çantamdaydı. Sabah baktım ki şarjı bitmiş. Burada şarja taktım bende."

HYPERİONWhere stories live. Discover now