29. KORUYUCU MELEK

96 22 25
                                    

AREZ UÇURUM KIRAÇ

Su bardağını dudağımdan çekerken karşımda, Doğu'nun dediği şeye gülen Meva'ya baktım.

Dünyam o gülüşün etrafında dönmeye başlamıştı.
Hele de onun inanılmaz bir güce sahip olduğunu gördüğüm her an ona daha çok kapılıyordum. Korkusuzluğu ve cesareti beni her seferinde kendine hayran bırakıyordu. İçimdeki, kanlı cesetlerle dolu buz dağını ısıtan bir gülüş daha sergiledi.

O geceyi düşündüm. Tiyatroyu. Merak ettiğim tek bir şey vardı. Onunla tesadüfen aynı anda o asansöre binmeseydim yine de tuvalete mi giderdi? Hiç sanmıyordum. Bilerek binmişti o asansöre. Teslimatın ne olduğunu merak ediyordu. Tesadüflere binlerce kez teşekkürler ki o gece onunla aynı asansöre binmiştim yoksa teslimatın kimler olduğunu görseydi o gece oradan ben bile sağ çıkamazdım.

Asansöre ilk bindiğimde Serdar'ı aramıştım zaten. Bir kadının burada olmasını saçma bulsam dahi önceliğim Meva'ydı. Hem de dibimde olan Meva. Serdar biraz kestireceğini söylediği anda şüphelenmeye başlamıştım bile. Benim tanıdığım Meva, onun koruma altına aldığı birine gelen zarardan sonra asla rahat durmazdı. Bana söz vermesine rağmen hem de.

Söz verdiği gibi olmasını istesem de o Meva'ydı. Zaten ben onu böyle kabul etmiştim. O benim buyruklarımı yerine getirebilecek köle değildi.

Telefonu kapattığımda kadınla konuşmaya başladım. Bana bakışı, asansöre bindiğim an aldığı kesik bir nefes, nazik gülümsemesi ve tanıdık gelen bir kokusu vardı. Sanki böyle dilimin ucundaydı ama yine de ismini telafuz edemeyeceğim uzaklıktaydı. Emindim ki eğer Meva'yı önceden tanımış olmasam onun gerçekten de İtalyan ve kocasından ayrılan asi bir kadın olduğuna inanacaktım. Aksanı, hiç tökezlemeden konuşması, görünüşü ve hareketleriyle tam bir İtalyan kadını imajı çiziyordu. Zaten Xander Garcia'nın onu ölüme götürmemesi de bu yüzdendi.

Merakımı cezbettiği için aşağı inme işini bir an önce bitirmek istiyordum. Asansörün sekiz ve üç düğmesine bastığımda beni tiyatro salonunun bambaşka bir cephesine götürürken bedenimi tarıyordu. En sonunda retinalarım da uyum sağladığında kapı açıldı ve aşağıdaki kliniğe girdim. Yaklaşık on bin karma insan, çıplak bir şekilde ayakta sıraya girmişlerdi. Hepsinin bileklerinde numaralarını gösteren bileklikler varken bazılarının yaş sınırı on beşti.

Doktor yanıma yaklaştı. "Hepsi sorunsuz bir şekilde halloldu."

Başımı salladım ve bir kadına yaklaştım. Camlaşmış gözleri yere bakıyordu. Etrafında bir tur döndüğümde hiç dikiş izi görmedim. Mikroskobik boyutta olan uyuşturucuları ağız yoluyla bedene trasfer ediyorduk. Bu da hiç dikkat çekmeden onların uçakla Amerika'ya gitmesini sağlayacaktı. Xander gözünün önündeki tehlikeyi görmüyor olsa dahi uyuşturucu işinde en iyisiydi.

Askerlere başımla işaret verdiğimde tek tek ellerindeki tabletlerle sayıları okuttular ve bedendeki uyuşturucu miktarlarını da kayıt altına alarak uçağa bindirmek için araçlara götürdüler. Bende vakit kaybetmeden en üst kata çıkıp Xander'in locasına girdim.

Onun Vişne Bahçesi'ni izleyişindeki keyif ve haz alış beni ikna etmeye yetti. Vişne Bahçesi'ni seçerken aklıma ilk gelen o olmuştu. Bozulan düzenin tanrıçası oydu ve o, bedeninde gezen eşsiz kanla Hyperion'un evini bitirebilecek güçteydi.

Türkçe anlamadığını söylediği halde Türkçe konuşmam onu kuşkulandırmıştı. Bu yüzden lafa atlayıp konuyu kapatmak için Xander'in tenine dokunmuştu. Bu beni o kadar sinirlendiriyordu ki.

Sadece amacını anlamaya çalışırken bir anda sahnede bir ceset göründü. Doğan Çakır.

Onu korumak için basit bir maşa olduğunu gösterirken olan olmuş ve kendinin değil Doğan Çakır'ın maşa olduğunu söylemişti. Harika.

HYPERİONWhere stories live. Discover now