28. NOKSAN BİR KİMLİĞİN GÜÇLÜ FISILTISI

91 22 42
                                    

Yaklaşık bir saat süren yolculuktan sonra vardığımız yer ağaçlık bir alana kurulmuş açık hava poligonuydu. Tam da Arez'in 'Seni güzel bir yere götüreyim,' diyeceği türdendi.

Yalan söylemeye gerek yoktu. Getirdiği yer cidden güzel bir yerdi. Beni bir yerde yemeğe filan götürseydi orasını bu kadar sevmezdim. Seni iyi tanıyan müneccim artı mutasyonlu sevgiliye sahip olmak VİP bir seviliş tarzına sahip olmak demekti.

"Zihinleri de okuyabiliyor musun?" dedim torpidodakinin aksine normal bir silahı kontrol eden Arez'e. Bakışlarını kaldırmadan iç çekti. "Sana bazı şeyleri açıkladığıma pişman etme beni Meva."

"Yani okuyabiliyorsun?"

"Aynen. Uçuyorum da ben. Pelerinim ve maskem bile var," dedi alayla.

"Pelerinin ne renk? Pembe mi? Şimdi bir de don giymen gerek taytın üzerine o da pembe olursa uyumlu olur." Arez'in o halini düşününce kahkaha atmaya başladım. Bana ölümcül bir bakış attı. "Keserim senin o dilini kadın! Bir pembe don giymediğimiz kalmıştı zaten,'' diye homurdandığında daha çok gülerken karnımı tutmaya başladım. "Arez...dilime kur-kurban..." Kahkahamın arasında konuşmak çok zordu. "Sus sus. Bana laf yetiştireyim derken nefessiz kalıp öleceksin şimdi. Çok mu komik yani beni pembe donla düşünmek?" Sorduğu soruyla daha çok gülerken yere çöktüm. "Bir de soruyor musun? Sence değil mi?" Kahkahamı bastırmak için elimle dudaklarımı kapattım. "Tabi ki değil..." Durdu. Nasıl kendini donla hayal edip bir de eleştirdiğine hayret eder gibi kafasını iki yana salladı. "Lan nereden geldik biz şu pembe don meselesine onu da anlamıyorum. Pelerinim var diyen dilim lal olsaydı da senin diline düşme-" lafını bölen şey elimin engel olamadığı kahkahamın sonunda dışarı çıkmasıydı. Gözlerini devirdi ve elini uzattı. "Kalk, kalk. Yerlerde sürünecek kadar komik bir şey yok." Sonunda sakinleştiğimde elini tuttum ve yerden kalktım. "Tamam, tamam iyiyim."

Silahı bana uzattı. Almak için uzandığımda geri çekti. "Bir iddiaya var mısın?" Gülümsedim. "Yenilen pehlivan güreşe doymaz, diye bir atasözü vardı. Bana onu hatırlatıyorsun," dedim kanlı oyundaki iddiayı kazandığımı ima ederek.

"Var mısın?"

"Neymiş iddia?" Kostüm giydirilmiş insan şeklindeki hedefleri gösterdi. Hepsi gerçek gibiydi. Kasları vücut hatları gerçek bir insanınkiyle bire birdi. "Senden otuz beş metre uzaklıkta on hedef. On kurşun. Tek bir ıskalama hakkın bile yok. Kurşunların hepsi ölümcül noktalara saplanmak zorunda ve..." Sinsice gülümsedi. "Sadece 10 saniyen var."

Güldüm. "Kazanırsam?"

Buna cevap vermek yerine bana başka bir şey söyledi. "Kazanırsam lenslerin ardındaki gözleri görmek istiyorum." Anında kaşlarım çatıldı. "Bunu kendi çıkarın için istiyorsun! Ne var benim gözlerimin renginde bu kadar merak edilecek anlamıyorum!" dedim sinirle. Başını iki yana salladı ve elini yanağıma uzattı. "Evet, gözlerinin rengi önemli. Bu hayati bir önem taşıyor bizim için ama bu sebepten değil, ruhunu görebilmek için istiyorum. Şu an Meva'ya bakıyorum ama lenslerin ardını gördüğümde Ateş'e bakacağım."
Ateş'le tanışmak istiyordu. Onu görmek istiyordu ve ne var ki Ateş'te artık ona kendi gözleriyle bakmak istiyordu.

"Eğer ben kazanırsam senin için çok önemli bir şeyi istiyorum." Başıyla onayladı. "Tamam. Eğer kazanırsan senin olmuş bil." Silahı elime verdi. "Kulaklık?" Omuz silktim. "Gerek yok."

Hedeflerin karşısına geçtim. Silahın emniyetini açtım ve hedef alıp bir gözümü kapattım. O sırada sert göğsü sırtıma değdi. Tüylerim diken diken olmuştu. Eli bacağımın iç kısmına, diz kapağımın hizzasına gitti. Nefesim kesilirken bacağımı hafifçe araladı. Parmakları tenimde dolanırken yutkunmakta zorlanmıştım.

HYPERİONWhere stories live. Discover now